28 Ekim 2014 Salı

Karanlık Taraf



Hayatta hiçbir şey başaramadım ben. Başarısız, yalnız, üzgün ve mutsuzum. Geçimimi bulaşık yıkayarak sağlıyorum. Aileme elimden gelenin fazlasıyla yardımcı oluyorum. Kazandığımın %90'ını onlarla paylaşıyorum. Ama yine de benden kötüsü yok. Gregor Samsa gibiyim ailemin gözünde. Yıllarca ailesini geçindiren Samsa bir sabah dev bir böcek olarak uyanır ve ailesi ondan nefret etmeye başlar. Franz Kafka'nın en bilindik romanı Dönüşüm'ün kısa özeti bı. 
Tanrıy'yla aramın çok iyi olmadığını biliyorum ama kötü bir insan değilim ben. Kötüler bile arada mutlu olabiliyorken ben niye hiç mutlu olamıyorum. Ben kötü bit insan mıyım? Mutlu olmayı haketmeyecek kadar kötü müyüm? 
Ya iyi olarak ölürsün yada kötü olacak kadar çok yaşarsın. Sanırım ben kötü olacak kadar yaşayacağım. Şu an ölmem en ideali aslında. Hala içimde biraz iyilik kalmışken. İçimdeki kötülüğü serbest bırakırsam bir seri katile dönüşebilirim çünkü. Hiç iz bırakmam hemde o kadar iyi bir katil olurdum. 
Yalnız olmaktan sıkıldım, mutsuz olmaktan sıkıldım, yaşamaktan sıkıdım, sabahlara kadar çalışmaktan sıkıldım. Birilerinin beni sevmesini istiyorum. Sırf biri "seni seviyorum" demediği için kötü biri olmak istemiyorum. İçimdeki karanlık tarafla savaşıyorum resmen ama artık katlanacak gücüm kalmadı. Her şeyi bırakmak istiyorum artık. 

19 Eylül 2014 Cuma

Kapıların da Dili Vardır


Öyle çok içmiştim ki zaman kavramımı yitirmiştim. Saat ve zaman umurumda olmadan gidip dayandım kapısına. Bir  kaç yumruk darbesinden sonra açtı  kapıyı. Uykusundan uyandırmıştım onu. Uyku sersemiydi. Öyle güzel görünüyordu ki insan tekrar tekrar sevesi geliyordu. Ama o beni sevmiyordu. Bir zamanlar sevmişti ama artık o zamanlar çok geride kalmıştı. 
-Saat kaç? diye sordu.
Bilmiyorum diyemedim. Hiçbir şey diyemedim. Sarhoştum ve tamamen salak gibi görünüyordum.
-Ne işin var burda? cevap veremeyeceğim ne kadar soru varsa soruyordu.
-Konuşmayacaksan kapıyı kapatıyorum. dedi en son.
-Gitme! diyebildim son gücümle. O hep o kapının önünde dursa öyle uykulu gözlerle bende onu izlesem günlerce. Ama  olmazdı. 
-Konuş o halde.
-Beni niye sevmedin Gökçe?
Cevap verilemeyecek sorular sorma sırası bana gelmişti anlaşılan.
-Çok sarhoşsun sonra konuşalım. dedi ama onu duymamış gibiydim.
-Niye? dedim tekrar. O kadar kötü biri miyim ben? Sevilmeyi haketmiyor muyum bende diğer insanlar gibi?
-Öyle değil. Sen böyle yapınca çok üzülüyorum ben. Bak yarın daha sakin kafayla konuşuruz olmaz mı? Geç oldu hadi evine git sende.
-Tamam ben giderim. Üzülme yeter ki sen. Rahatsız ettim gecenin bu saati kusura bakma.
Arkama bile bakmadan çıktım apartmandan. Yasaktan dolayı hiçbir tekelden alkol alamayacağımı bildiğimden bir parka oturup cebimdeki  sigara paketinden bir sigara yaktım. 
Saatten hala haberim yoktu ve umurumda da değildi. Uykulu gözlerle karşımda duruşu geldi aklıma. Beni sevmeyen birini seviyordum ve tamamen dibe batmış durumdaydım.


12 Mayıs 2014 Pazartesi

Masumiyetin Ziyan Olmuş




Korktuğum ne varsa başıma gelir benim genel de. O yüzden bir şeylerden korkmaktan yıllar önce vazgeçtim. Her şeyi oluruna bırakıp yaşıyordum. Millet yaptığı hataların suçunu benim üstüme atarken kendimi savunacak gücü bile bulamadım kendim de çoğu zaman. O yüzdendir ki döndüm arkamı gittim her seferinde.
Elbette suçlu olmadığımı biliyordum ama onlara laf anlatarak efor sarfetmeye değmeyeceğini fark ettim. O yüzden sustum sadece başka bir nedeni yoktu. Birisi size "Gidiyorum ve bu tamamen senin suçun!" diyorsa çokta söyleyecek bir şey yoktur aslında. Karşısındakini suçlamak her zaman daha kolay olmuştur insanlar için. Kendileri asla suçlu değildir suçlu hep karşılarındaki kişidir. İnsanoğlu denen mahluk egoist ve çok saçma. İnsan olmasaydı dünyada nasıl olurdu acaba? Daha fazla yeşil alan ve yüzlerce yıl daha yaşayacak nesilleri tükenmeyecek hayvanlar. Dinazorların neslini tüketenin bir göktaşı olduğu söylense de onda da insanoğlunun bir payı olduğuna eminim. Bu kadar masum olamayız o konu da.
İlişkiler de bile masum değiliz aslında. Hep bir çıkar üzerine kurulu ilişkilerimiz. Karşımıdaki de bizi sevsin. Ben onu seviyorsam o da beni sevmeli mantığı. Hep bir çıkar üzerine kurulu işte. Dostluk arkadaşlık falan hepsi hikaye. Çıkarların çatışmaya başladı mı ne dostluk kalıyor ne de arkadaşlık.
Şarkıda da söylendiği gibi "Masum değiliz hiçbirimiz.". Sadece masumiyet maskesini takmışız ve masum olduğumuza kendimizi bile inandırmaya çalışıyoruz. Bunu da her suçu karşımızdaki insanın üzerine atarak yapıyoruz.
-Bana neden mesaj atmadın?
-Sen niye atmadın? Bir kere de ilk mesajı sen at ne olur yani.
-Olmaz Tanrı beni özenerek yarattı. İlk mesajı hep sen atacaksın. Her şey hep senin suçun çünkü Tanrı beni özenerek yarattı.
O zaman Tanrı'yla sana mutluluklar dilerim. Böyle bir diyalog olabilir mi demeyin, oluyor. Bir ara başınıza gelirse bir blogta okumuştum çocuk haklıymış dersiniz. Kulağımı çınlatın sıkıntı yok.
Peki ya şarkılar? Onlar masum olabilir mi? Şarkı yapmakta ki amaç para kazanmak mı yoksa insanlara yaptığın müziği dinletmek mi? Yada her ikisi de mi? Müzik iyidir. Boşuna ruhun gıdası olduğunu iddia etmiyorlardır herhalde. Masum yada değiller dinliyoruz işte. Gerçi insanlar da masum değil ama devamlı bir şekilde konuşmak irtibat kurmak zorunda kalıyoruz. Yani muhabbetin başına dönüyoruz. Çıkarlarımız için konuşuyoruz bazılarıyla yada çoğuyla.
Birinin sizi sevdiğini biliyorsanız onunla konuşursunuz devamlı. Çünkü bilirsiniz ki o kişi sizi seviyordur ve siz ne derseniz deyin sizi destekler. Bazıları abartıp sizin için canını bile vereceğini söyler ve bu da sizde ki egoyu tavan yaptırır. Onu salak yerine koyup oynatırsınız. Onu sevdiğinizi söylemezsiniz asla ama sevmediğinizi de söylemezsiniz. O da devamlı yanınızda olur sizin. Sonra biri çıkar aynı şeyi o da size yapar. Böyle bir kısır döngüdür bu. Kimseye bunu yapmadığım için memnunum açıkça söyleyebilirim bunu.
Neyse zaten herkes masum olduğunu kimseye burada yazanları yapmadığını söyleyecektir. Tabi ki hepiniz haklısınız. Hiçbirinize yalan söylüyor diyecek halim yok elbette.

2 Mayıs 2014 Cuma

Nefret Cinayeti




İkimizde 21 yaşındaydık o dönemler. İkimizde Yeditepe Üniversitesi Tarih bölümün de okuyor ve aynı evde kalıyorduk. Batuhan ve ben. Kardeş gibiydik adeta, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Bir gün Batuhan eve geç bir saatte geldi ve bana anlatacakları olduğunu söyledi.

 -Buyur kanka anlat. dedim.
-Kanka biliyorsun ben ailemle görüşmüyorum. Zaten burda da burslu okuyorum aldığım burslarla takılıyorum burda.
-Evet oğlum biliyorum oralarını sadede gel.
-Kanka ailem benimle neden görüşmüyor biliyor musun?
-Ne bileyim oğlum ben sen anlatmadın ben de hiç sormadım 2 yıldır.
-Bak nasıl tepki vereceğini bilemediğim için bir şey söylemedim sana bugüne kadar ama sana bunu anlatmam lazım. Biliyorsun kardeş gibiyiz biz senden bir şey saklamak istemiyorum.
-Tamam oğlum anlat hadi deli etme adamı ya.
-Kanka ben senin gibi değilim.
-O ne demek ya?
-Ya anla işte. Yani ben senin gibi değilim. Senin gibi kızlardan hoşlanmıyorum ben. Yani erkeklere ilgi duyuyorum. Eşcinselim ben.
Bir kaç saniyelik bir sessizlik oldu. Ne diyeceğimi bilememiştim çünkü kızmıştım ona. Çok kızmıştım hemde. Birden ayağa fırladım:
-AMINA KORUM LAN SENİN. dedim.
Bağırdım ona. Çok küfür etmem halbuki sevmem de küfür etmeyi ama çok öfkeliydim o an ona karşı.
-Böyle tepki vereceğini bildiğim söylemedim bunca zaman.
-KES LAN GÖT. BÖYLE BİR ŞEY SAKLANIR MI LAN? Oğlum yazıklar olsun sana ya. Bunca yıldır bana güvenipte böyle bir şeyi söylemedin ya harbiden yazıklar olsun.
-Nasıl yani?
-Ne "nasıl yani" oğlum. Farklı bir tercihin var diye seninle arkadaşlığımımı bitircem lan. O kadar karaktersiz miyim oğlum ben? Hiç mi tanımadın amına koyim bunca yıldır ya?
Gözleri dolmuş şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu:
-Lan iyi ki tanımışım kanka seni be. İyi ki varsın lan. diyerek sarıldı bana.

O günden sonra daha bir yakın olmuştuk sanki. Sırf kendisini yalnız hissetmesin diye onunla birlikte LGBT eylemlerine katılıyordum, onlarla birlikte oturup sohbet ediyorduk. Hepsi de on numara insanlardı. Toplum tarafından ötekileştirilmiş aileleri bile evlatlıktan reddetmişti çoğunu. Bazıları gizliyordu bu durumu çevrelerinden bazıları ise herkese inat elele yürüyorlardı sokaklarda.
Bir gün Batuhan eve gelmedi. Bir saatten sonra iyice telaşlanmış bildiğim bütün arkadaşlarını aramıştım. Ama hiçbiri nerede olduğunu bilmiyordu. Sabaha karşı 5 gibi eve geldi. Yüzü kan revan içindeydi. Bir şekilde öğrenmişler bunun eşcinsel olduğunu. Erkek arkadaşıyla birlikte yürürken tenha bir sokakta bir grup "SÖZ DE DELİKANLI" yollarını kesmiş ve sopalarla Allah yarattı demeden ikisini de çok fena dövmüşlerdi. Aldım hemen acile gittik. Darp raporu da aldım hemen şikayette bulunurken lazım olur diye.

Hastaneden çıktıktan sonra karakola şikayetçi olmaya gittik. Ama oradaki memur bozuntusu "SÖZDE DELİKANLILARIN" neden dayak attığını öğrenince bir "ellerine sağlık "demediği kaldı. Elimiz boş ayrıldık oradan. Ama ben işin peşini bırakmayıp avukata gitmeyi önerdim. Hepsine dava açacaktım. Batu müsaade etmedi:
-Bırak Allahlarından bulsunlar. dedi.
-Senin ağzın yüzün yer değiştirirken neredeydi? dedim. Cevap vermedi.

Bir kaç hafta evden çıkamadı. Ben de onu yalnız bırakmak istemediğimden markete gitmek dışında evde onunla kalıyordum. Arkadaşları bir saniye bile yalnız bırakmadı onu bu süreçte. Onlar da benim gibi ısrar ettiler avukata gitmesi için ama Batu istemedi. Onlar da mecbur boyun eğdiler.

Her şey yoluna girmişti. Batu yine eskisi gibi olmuştu. İyileşmedi. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Ama o "SÖZDE DELİKANLI" orospu çocukları bırakmamış Batu'nun peşini. Bilmiyorduk tabi haberimiz yoktu. Gizliden izliyorlarmış onu. Bir gün eve gelirken yine yolunu kesmişler. Bu sefer dövmekle tatmin olamamışlar. Karnından 8 defa bıçaklayıp göğsüne de bırakla yazı yazmışlar. "İBNELERİN SONU" diye.

Hangisiydi kalleşçe olan? Farklı tercihini sessiz sedasız yaşamaya çalışan Batu mu yoksa kendilerine "SÖZDE DELİKANLI" diyenler mi? Batu'nun kimseye bir zararı dokunmamıştı. Melek gibi bir gençti ve daha gençliğini yaşayamadan öldürülmüştü. Sırf sizin gibi tercihleri olmadığı için.

Ailesi Batu'nun cenazesine de gelmedi. Tabutunu LGBT bayrağına sardık. Sessiz sedasız gömdük Batu'yu. Gerçek ailesi zaten yanındaydı. Anne yada babaya ihtiyacı yoktu.

30 Nisan 2014 Çarşamba

İyiy(d)im!



Ben hep iyi bir insan olmaya çalıştım ama fırsat vermediler. İyiliğimi hep kendi amaçları için kullandılar. Ben de vazgeçtim iyi olmaktan. İşte bu yüzden öldürdüm bütün o kızları. Sırf iyi olmama izin vermedikleri için!

29 Nisan 2014 Salı

Bir Kitap Yazdım ve Hayatım Değişti




İlk kitabımı yayınlamamın üzerinden 2 yıl geçmişti. 3 baskı yapmış toplamda 4.000 adet satmıştı. Yayınevi 4. baskının da yayınlanacağını söylüyorlardı ve bu sefer 10.000 adet basılacaktı. İlk baskının parasını denkleştirebilmek 1 yıl geceli gündüzlü çalışmıştım. Ama sonunda parayı biriktirip kitabımı bastırdım. İlk kopyayı elime aldığımda yaşadığım mutluluğu tarif edebilecek bir kelime yok koca evrende.

Bir iki ufak çaplı tv programına bile çıkmıştım. Deli gibi mutluydum. 6 ayda bir kitaptan kazandığım para hesabıma yatıyordu. Gerçi para umurumda değildi. Ben bir kitap çıkartmıştım ve o kitabı insanlar okuyordu. İşte bunun hazzını hiçbir şeye değişmezdim.

Nihayet mutlu olmuştum şu hayatta. Bana o kadar uzaktı ki mutluluk, bir kitapla yakalamıştım onu sanki. Mutluluk denen şey o kadar da uzak değildi demek ki bana. Bir kitap yazmıştım ve hayatım değişmişti.

Yani öyle sanmıştım. Bir süre sonra her şey yine eski sıradanlığına döndü. Yine hiçbir şeyden tat alamayan devamlı mutsuz ben olmuştum. Belki yeni bir kitap yazarsam yine mutlu olurum dedim kendime. Ama yazamıyordum. Tek bir kelime bile çıkmıyordu kalemimden. Her gün masamın başına oturuyor, kalemimi elime alıyordum ve saatlerce öyle duruyordum. Deli gibi yazmak isteyip yazamıyordum. Hayatımın anlamını yitirmiş gibiydim. Yazamamak benim için ölüm demekti.

Kitap çıkarmak belki de sandığım kadar iyi değildi. Yazdıklarımı o kadar insanla paylaşmak belki de benim yazma yeteneğimi köreltmişti. Yeniden yazabilmek için deli gibi okumaya başlamıştım. Her gün bir kitap bitiriyordum. Ama hiçbir değişiklik yoktu, hala yazamıyordum.

Tam 2 yıl 3 ay 18 gün hiçbir şey yazamadım.Sonra birden her şeyden ümidimi kestiğim bir anda yeniden yazdım. Onca yılın ardından yeniden yazabilmiştim nihayet. Bir daha asla kitap çıkartmadım hatta bunu aklımın ucundan bile geçirmedim. Kitap çıkartmak kendime yapabileceğim en büyük kötülüktü. Ben de bu kötülüğü kendime tekrar yapmamak için yemin ettim.

15 Nisan 2014 Salı

Bir Bank Öyküsü




Öykü ve Murat yanyana oturuyorlardı Karşıyaka Sahilindeki bir bankta. İki arkadaştı. İlk zamanlar sevgili olmaya çalışmışlardı ama Murat'ın o işleri pek becerememesi üzerine arkadaş olarak kalmışlardı. Arada buluşur bir cafede oturup sohbet ederlerdi. Sohbetler genellikle Murat'ın sorumsuzluğuyla ilgili olurdu. "SANA NE BE KIZIM?" diye bağırmak isterdi Murat her zaman ama yapamazdı. Sessiz bir mizaca sahipti. Konuşmayı fazla sevmezdi. Konuşmak istediği zamanlarda ise Öykü konuşmazdı. Öykü, Murat'ın onu anlamadığı düşünürdü böyle zamanlarda. Bunu Murat'a da söylerdi. Murat "Anlat o zaman." derdi ama Öykü bunu Murat'ın bulmasını isterdi. Murat ise öfkelenirdi "EVİMDE SİHİRLİ BİR KÜRE YOK. BANA NE OLDUĞUNU ANLATMADAN BENİM BULMAMI İSTİYORSUN VE SONUNDA YİNE BANA KIZIYORSUN. BANA SORU SORUYORSUN CEVAP VERİYORUM YİNE KIZIYORSUN. BENİ SEVMİYORSUN YİNE BANA KIZIYORSUN" diye bağırırdı içinden. Hep içine attı ama hiç dile getiremedi bunları.

Murat o günde öfkeliydi ama öfkesini gizlemeye çalışıyordu. Uzun bir süre sessizce oturdular bankta. Denizi seyrettiler. Serin bir mayıs günü vakit öğleden sonraydı. Öykü'nün üzerinde Converse model ayakkabı, altında buz mavisi bir kot ve üzerinde kırmızı bir hırka vardı. Murat:

-Neden Öykü? Yani neden hep böyle oluyor? Niye hep ben görüşelim demek zorundayım? Niye hep ilk adımı ben atmak zorundayım? Zorla yaptırıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Ama bunları yapmayınca da sitem ediyorsun. Ne yapmalıyım ben? Olay sevmek yada sevmemek olayı da değil ki artık. Bu başka bir şey. Ben bir isim koyamıyorum sen yardımcı ol bana o zaman.

-Çok mutsuzsun ve bu beni deli ediyor. Umutsuz olmana bu kadar sorumsuz olmana katlanamıyorum.

-Konumuz o değil ki, neden konu hep oraya geliyor? Mutsuz olmamdan sana ne. Ben seninle konuşurken mutsuz değilim. En azından konuşmalarımızın başında mutsuz başlamıyorum. Ama öyle laflar ediyorsun ki, paramparça ediyor insanı. Bir insanı sözlerinle rahatlıkla nakavt edebilirsin.

-Değer verdiğim insanları kendine getirmeye çalışıyorum ben sadece. Kimseyi kırmaktan zevk almıyorum bende.

-Ama kırıyorsun. En ufak en saçma şey de bile kırabiliyorsun hemde. Beni sevmediğini söyledin tamam dedim kimseyi buna zorlayamam sonuçta. Ama arkadaşlığımı sevdiğini söyledin arkadaş kaldık bizde. Ben sana bir derdimi anlatmıyorum, hüznümü paylaşmıyorum ama sen beni mutsuz olmakla suçlayıp duruyorsun. Bu çok saçma.

Murat bu kelimelerin hiçbirini söyleyemedi. Yine sustu. İkisi de sustu ve denize baktılar sadece. "Üşüdüysen kalkalım?" dedi Murat. "Olur." dedi Öykü. İkisi de kalkıp gittiler. Hiç konuşmadan bir gün daha geçirdiler.

8 Nisan 2014 Salı

Yazmamın Kısa Tarihi




Yazmaya şiir yazarak başladım. 2. sınıftaydım yazma yeteneğimi farkettiğim de. Tabi o dönemler aşkla ilgili pek bir tecrübem olmadığı için Kızılay Haftası, Yerli Malı Haftası gibi ilkokul da ki önemli günler ve haftalarla ilgili şiirler yazıyordum. Sanırım bunları yazmamda okul kitaplarında ki o salak önemli günler ve haftalar şiirlerinin yer almasının etkisi vardı.

İlkokul yıllarım da hep şiirler yazdım. Herkes beğenirdi şiirlerimi. Bir tek ben beğenmezdim. O dönemler bir şiir kitabı çıkarıp "ülkenin en genç şairi" olmak gibi bir hayalim vardı. Ama tabi ki olmadı.6. sınıftan sonra aşk şiirleri yazmaya başladım. Aşk açısından en büyük hayal kırıklığımı 8. sınıfta yaşadım. Derya adında bir kıza aşık olmuştum. Hayatımda ki her şey Derya olmuştu. Yazdığım tüm şiirler onun içindi. Bir gün bir tanesini ona verdim ve okumadan buruşturup çöpe attı. Buruşturup çöpe attığının şiirim değil de kabim olduğunu hissettim o an. Kimseye sevmeyeceğime dair yemin ettim kendime.

Lise 1 de yine aşk şiirleri yazmaya devam ettim. Lise 2 den sonra ise şiirlerim daha çok siyasi olmuştu. Haksızlığa göz yumulmasına dayanamıyordum ve bunu şiir yazarak ifade ediyordum. Hatta o şiirlerimle bir yarışmaya katıldım. Fransa'ya, Amerika'ya giydirdiğim ağır şiirlerimi yolladım. Sonuçta yarışmayı ben kazanamadım ama kazananın Amerikan Kolejinden çıkması da çok manidar oldu benim için.

Tiyatroya merak sardım sonraları. Oynadığımız oyunlara ufak tefek eklemeler yapmaya başladım. Bir süreden sonra tamamen bana ait olan basit çocuk oyunları yazdım. Ama sıkıldım ondan da. Çocuk oyunu çok basitti ve herkes yazabilirdi. Zaten bana kalırsa herkes yazabilir yazman çok büyük bir yetenek işi değildir. Herkesin hayal dünyası vardır muhakkak. Kiminin ki karanlık kırmızı gözlü yaratıklarla doluyken bazılarının ki ise cıvıl cıvıl renkli kuşların öttüğü rengarenk gökkuşaklarının olduğu evrenlerdir.

Birara yazmayı bıraktım. Hatta lisede ki 3 yıllık sevgilime bir adet şiir bile yazamadım yada yazmak istemedim. Sanırım onun devamlı benimle olacağını ve zamanımın çok bol olduğunu düşündüm ama yanılmışım. Sonuç olarak gitmişti ve ben ona bir adet şiir bile yazamamıştım.
Üniversiteye geldiğim de ise artık şiir yazmayı tamamen bırakmış deneme, hikaye tarzı yazılar yazmaya başladım. Tabi arada canım isterse. Yazamadığımdan değil sadece yazmaya üşeniyordum o dönem.

Kağıtlar yetmemeye başlayınca bir internet sitesi kurdum ve yazdıklarımı orada yayınlamaya başladım. İlk başlarda pek ziyaretçim olmasa da yıllar geçtikçe ziyaretçi sayımda çoğalmaya başladı. Yazdığım her yazıyı her sosyal medya ortamın da paylaşıyordum.

Her şey güzel giderken aniden dedemi kaybettim. Benim için ölümsüz olan dedem birden ölmüştü. İlk gün hiçbir şey anlamadım. Ertesi gün cenazesinde onu gerçekten kaybettiğimin farkına vardım. Hiçbir şey yazamadım aylarca. Yazmak istiyordum ama yazamıyordum. Dedemi anlatmak istiyordum ama yapamıyordum. Uzun süre hiçbir şey yazamadıktan sonra bir gün aniden tekrar yazmaya başladım.

Daha sonraları ise kısa film senaryoları yazdım. Bazılarını filme çektim bazıları kağıt üzerinde kaldı öylece.

Sonra da yazdım hep. Yazdım çünkü yazmasaydım kafayı yiyebilirdim. Delirmemek için yazdım. Şeytanlarımı yazılarıma sakladım. Bu sayede hep iyi kaldım.

14 Mart 2014 Cuma

Siktir Et!




Hayatımın en boktan dönemlerinden biriydi. İçimdeki yalnızlık hissi ve bunalım tavan yapmıştı. Yeni yeni insanlarla tanışıyordum her hafta. O kadar samimi oluyordum ki onlarla bir hafta sonunda konuşacak hiçbir şey kalmıyordu. Ya konuşacak bir şeyimiz kalmadığından yada çok sıkıcı ve itici olduğumdan benimle konuşmayı bıçak gibi birden kesip atıyorlardı. Sonra yine sonsuz yalnızlık ve bunalım hissi geri geliyordu.

Yaptığım hiçbir şey içimdeki bu hislerden kurtulmamı sağlamıyordu. Sadece geçici olarak oyalıyordu beni yaptıklarım. Okuduğum kitapta ki bir cümle yada izlediğim filmde ki bir sahne beni yeniden o yalnızlık duygusunun içine atıyordu.

Bu arada yeni kızlarla da tanışıyordum tabi ki. Her şeyi o kadar çabuk yaşıyordum ki onlar da çekip gidiyorlardı. Örneğin bir tanesinin ailesiyle tanışmıştım. Daha tanışmamızın 2. haftasında ailesiyle akşam yemeği yememi istedi benden. Kabul ettim ben de. Güzel bir yemeğin ardından türk kahvesi ikram edildi. Türk kahvesini hiç sevmediğim halde içmek zorunda kaldım. Ama kahvemin içinden çıkan hamam böceği yavrusu tüm akşamı rezil etmeye yetmişti. En iğrenç kısmı da kahvenin yarısından çoğunu içmiştim ve böcek dudağıma değene kadar bunu farketmemiştim bile. Zaten bu olaydan sonra bir daha hiç görüşmedik.

Tanrı'nın espiri tarzını anlamak çok zor olabiliyor bazen.

Tüm hayatım boyunca duymadığım güzel sözleri tek bir kızdan sadece 3 gece de duydum. 3 günün sonunda o da gitti diğerleri gibi. İticilikte ki son noktayım sanırım. 3 gün sonra "bir bok olmaz bundan." deyip gidiyor herkes.

Her şeyin sonun da evimde ki tekli koltukta korku filmimi izleyip patlamış mısırımı yemek en huzur verici şey sanırım. Her şeye koca bir "SİKTİR ET" deyip rahatına bakmak gibisi yok.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Mutlu Ailelerin Sırrı




"İnsanın evi ve ailesi kişinin kalesidir. Dışarıda ne yaşamış olursa olsun evine yani kalesine girdiğinde tüm sıkıntılar unutulur."
Tamamen yalan bu sözler. Evin yani ailem benim için asla bir kale olmadı. Adımlarım hep geri geri gitti eve giderken. Asla eve varmak istemedim. Eve giden o yol hiç bitmesin hep uzasın isterdim. Gidecek bir yerim olsaydı hiç düşünmeden çıkıp giderdim o evden. Ama yoktu...
Özellikle anne ve babamın eve geliş saatlerine yakın çıkıp giderdim evden. Ne ben onları göreyim ne de onlar beni görsün. Tek isteğim buydu.
Ölmeyi istediğim zamanlar da çoktu. "Tam" derdim, "tam şu an da öleyim Allah'ım. Lütfen." Ama kabul olmadı bu duam hiçbir zaman. Tıpkı diğer dualarım gibi cevaplanmayan dualar mezarlığına gömüldüler.
Tahminen, en mutlu olduğum an da öleceğim. Duam en olmadık zaman da, bir zombi gibi mezarından çıkıp etlerimi kemirmeye başlayacak. İşte tam o sırada güleceğim. Çünkü biliyor olacağım bu şakayı yapan kişi bir yerlerden muhakkak izleyip eğleniyor olacaktır.
Asla gidememekten korkuyorum aslında. Tek korkum bu. Ya hiçbir zaman gidemezsem ve ölene kadar burada kalırsam . . .

20 Şubat 2014 Perşembe

İçeriden Notlar (No 11: Canınız Cehenneme)



Soyutlamak istiyordum kendimi insanlardan. Tanıdığım herkes bir anda yok olsun istiyordum. Hatta tanımadıklarımın bile yok olmasını istiyordum. Altı milyar nüfusu olan bu dünyada kendimi kimseye yakın hissedemiyordum madem, altı milyar da kaybolmalıydı bu dünyadan. Boş yere göz önünde durmamalılardı artık. Yalnız kaybolmadan önce son defa hepsine bakıp "canınız cehenneme" demeliydim. Biraz da olsa rahatlayabilirdim bu sayede.

31 Ocak 2014 Cuma

Kara Delik




Evden kaçmayı planlıyordum. Nerede kalacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Sadece gitmek istiyorum, ardıma bir daha hiç bakmadan gitmek. İçimde ki Ben bana "Gerekirse sokakta yatarsın, ne var ki bunda." diyerek cesaret veriyordu bana.
Son günlerde okuduğum tüm kitaplar da ana karakter evden, ailesinden kaçıyordu ve hayatını tamamen değiştiren olaylar zincirinin için de buluyordu kendini. Her şeyden kaçmaya ihtiyacım vardı. Bir şeylerin değişmesi için zamanın gerekli olduğunu düşünen insanların geri zekalıdan hiçbir farkları yoktu. Zaman değildi bir şeyleri değiştiren, bir şeyler yapmak değiştirebilirdi sadece her şeyi. Benden evden kaçarak her şeyi değiştirebileceğime inanıyordum.
İçimde ki boşluğu bu şekilde doldurmaya çalışıyordum. İnsanların yuva dediği bu yerde kendimi hep fazlalık olarak hissettim. Sanki ben gidince içinde kalanlar gerçek bir aile olacaktı. Tüm kavgalar ve tüm sıkıntılar benim gitmemle birlikte yok olacaktı. Kendimi bu düşünceden alıkoyamıyordum.
Bir ara intihar etmeyi de düşündüm. Ancak izlemem gereken o kadar çok film ve okumam gereken o kadar çok kitap vardı ki vazgeçtim intihardan. Yaşamaya başladım ot gibi. Sadece okuyor ve izliyordum. Mecbur kalmadıkça konuşmuyordum. Konuşmamam evdekileri daha çok sinir ediyordu. Babam karşıma geçip bağırıyor, annem ise konuşmam için yalvarıyordu. Hiçbirini duymuyordum oysa ben. Sadece ağızlarının hareket ettiklerini görüyordum. Kitaplar ve filmler dışında hiçbir şey ilgimi çekmiyordu.
İçimde ki boşluk bir kara deliğe dönüşmüştü. İçimde ne varsa içine çekiyor ve yok ediyordu. Ailemi de içine çekebilse keşke diye düşündüm ama olmadı hiçbir zaman. İçimde ki kara delik sadece Ben'i çekiyordu içine. Tarif edilemez bir acı yaşıyordum her gün. İçimde ki kara deliğin her geçen gün Ben'i bitirdiğini biliyordum. Ama buna engel olamıyordum yada engel olmak istemiyordum.
Bir kara delik tarafından yutulan ilk olacağımı düşünüyordum. Ölümüm bile sıradışıydı. Sonra sırtüstü yatağıma uzandım ve sonsuz beyazlığı izlemeye başladım...

27 Ocak 2014 Pazartesi

Tekli Koltuk




Aklına yine çok iyi bir film fikri gelmişti. Her zaman olduğu gibi. Fikirden öteye geçemeyen bir film daha. Salonundaki tekli koltuğuna oturmuş yemek programı izleyip sigara içerken asla hayata dönüşemeyecek bir film daha. Evde kaldığı sürelerde devamlı yemek programları izlerdi ama orada gördüğü yemekleri asla denemezdi. Üşengeç olmasa belki çok iyi bir aşçı olabilirdi. Fakat yaşamaktan bile üşeniyordu.
Yine "r" leri söylemeyen o kız çıkmış ve yemek yapmaktaydı. "Ne kadar gereksiz" diye düşündü onu izlerken. Bir insan niye kreplerle krep adam yapmak ister ki? Kadın normal konuşuyor olsaydı yine izlemezdi belki ama "r" harfini söyleyememesi çok tatlı gelmişti ona. Tabi vücudundaki bol dövmelerin de katkısı vardı. Çılgın insanları severdi en azından dışarıdan çılgın görünen insanları. Kendisi hiç çılgınlık yapamamıştı çünkü. Yaptığı her harekette bir sonraki adımını düşünmüştü. Böyle böyle anı yaşamayı unutmuş devamlı gelecekle ilgilenmeye başlamıştı. Ta ki geçen sene ailesi trafik kazasında ölene kadar.
Trajik bir şekilde o dönem Hakan Günday'ın Zargana kitabını okumaktaydı. Bu kazayı bir işaret olarak algılamış ve yarını düşünmeyi bırakmıştı. Aslında artık hiçbir şeyi düşünmüyordu. Tüm gün televizyon izleyip tekli koltuğunda uyukluyordu. Yazmayı da bırakmıştı. Zaten yazdığı yazıları hiçbir zaman beğenmediği için pek dert etmedi yazmamayı.
Hayatı boyunca yapabildiği en iyi şeyin 122 sayfalık bir kitap çıkarmak olduğunu düşünürdü eskiden. Roman için çok kısa hikaye için de çok uzun olduğu için kitabı hangi kategoriye koyacağını asla bilemedi. Tek baskı yaptı kitabı. 500 adet basıldı ve sadece 100 adedi satıldı. Onu da annesi ve babasının yaptığı reklam sayesinde eş dost almıştı.
"Hiç!" dedi kendi kendine, "hiç olma yolunda emin adımlarla ilerlemektesin. Bravo!" Aylardır dışarı çıkmamıştı. Alışverişlerini bile internetten yapıyordu. Aylardır da kendi kendine konuşuyordu. Yıllar önce sevdiği bir kızın sözleri geldi aklına birden. "Galiba bu yüzden dışarı çıkmıyorum. Kendi dünyamda kalmamın tek nedeni o olabilir mi?" Kız yıllar önce "O kadar bunalımlısın o kadar melankoliksin ki bu çevrendeki insanlara da yansıyor. Onları da mutsuz ediyorsun. Yalnız olmak senin kaderin." Yaşadığı hayat kızın sözlerini doğrular nitelikteydi adeta.
Dizlerini karnına doğru çekti. Tekli koltuğunda cenin pozisyonu aldı ve kumandayı kucağına bıraktı. Bir kaç dakika için de uyumaya başladı. Öyle sessiz uyuyordu ki dışarıdan birisi görse ölmüş mü acaba diye nefesini kontrol ederdi...

1 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni Yıl ve Umut



Yeni bir yıla girdik saatler önce. Yeni yıl demek yeni umutlar, yeni hayaller vs demek. Sanki önceki yıldan farklı olacakmış gibi gelir her zaman. Yada bizler öyle olmasını isteriz. Her şey tükense de umut tükenmiyor çoğu zaman ve ne kadar çok umutlanır, hayal kurarsak acımız da o kadar çok artıyor. Büyük umut demek daha büyük acılar demek kısacası. En azından benim için öyle.

Hiçbir zaman umutlu bir insan olamadım. Hayal kurmak işkence gibi gelirdi her zaman çünkü kurduğum hayaller bir yerden sonra hep yıkılırdı. Yeni yıllar, doğum günleri çokta bir şey ifade etmezler benim için. Sıradan birgünden farkları olmadı hiçbir zaman.

Yazayım dedim bende. Umudum yoksa yazılarım var sonuçta. Yazmak, yaşamak demekti benim için. Her yazdığım kelime de yaşadığımı hissederdim, ne kadar beceriksiz bir yazar olsam da.

Acı çekmek istemiyorsanız boş hayaller kurmayı bırakın. İnsanlara güvenmeyin, sizi terk eden sevgilinizi beklemekten vazgeçin, lotodan para çıkmayacak boşuna para harcamayın. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez, bir şeyler yapmak bir şeyleri düzeltir.