18 Aralık 2019 Çarşamba

Sessiz Bir Düşüş



Şefik diye bir ilkokul arkadaşım vardı. Sessiz sakin bir çocuktu. Çok fazla bir anımız yoktu beraber ama tanıyorduk birbirimizi. Yıllar sonra Facebook'tan ekledi beni. Yıllarca tek kelime etmemeye devam ettik orada da. Bu zaman zarfı içerisinde Şefik'in düğününe şahit oldum. Onlarca resim paylaştı. Belliydi seviyorsun karısını.
Sonra Şefik'in bir erkek evladı oldu. Elinden gelse her gün farklı bir fotoğrafını atacaktı oğlunun. Kendisinden çok oğlunun fotoğrafı var profilinde. Yıllarca hiç konuşmasakta bizzat hayatının içindeydim sanki.
Sevdiği kadınla evlenmiş bir tane de çocuğu olmuştu. Benimse elimde hiçbir şey yoktu. Ne bir ilişkim ne de mutlu bir anım vardı. Gizliden gizliye kıskanırdım Şefik'i. İlkokuldaki o sessiz sakin çocuk büyümüş, evlenmiş ve çocuğu olmuştu. Aynı okulda okumuştu oysa ama ben becerememiştim mutlu olmayı. Şefik ise kendine mutlu bir yuva kurmuştu.
Sonra bir gün Şefik ağaçtan düştü. O ağaçta ne işi vardı bilmiyorum. Belki oğlunun kaçan topunu kurtarmak, belki bir meyve koparmak, belki de bir kurtarmak için çıkmıştı ağaca. Bunların artık hiçbir önemi yok. Çünkü Şefik o ağaçtan kendi isteğiyle inemedi. Düştü. O sessiz sakin çocuğa hastanedeki hiçbir müdahale yardımcı olmadı. Şefik gitti.
Kendisini seven bir eşi ve oğlu vardı Şefik'in. Benimse kimsem yoktu. O ağaçtan düşmeyip oğlunun büyüyüşünü izleyebilseydi keşke Şefik. Benim ise öyle değil. Ben gidince yarım kalacak bir hikaye yok arkamda. Tanrı sevdiği kullarını erken yanına alır derler. Umarım doğrudur. Doğru olmasına inanmak istiyorum çünkü elimden gelen başka hiçbir şey yok.

16 Aralık 2019 Pazartesi

Sevgi ve Nefret


Hayatıma giren kadınlar, önce beni çok seviyorlar. Hatta hayatlarını "Uğur'dan Önce ve Uğur'dan Sonra" diye ayırıyorlar, "iyi ki varsın" diyorlar, "seni seviyorum" diyorlar, "hiç bırakmayalım birbirimize" diyorlar. Şarkı söyleyenler bile oldu hatta. Sonra hepsi gidiyor. Sanki hayatlarında hiç var olmamışım gibi.
Gökçe, Alev, Merve, Ferda, Gülsüm, Damla...
İlk başta hayatıma giren kendileri. Damdan düşer gibi herhangi bir günün herhangi bir saatinde bir yerlerden atılan bir mesajla giriyorlar hayatıma. İlk başlarda her şey güzel. Mutlu bir arkadaşlık, mutlu bir ilişki, mutlu bir şeyler işte. Sonra ise bahane bile üretmeye gerek duymadan gidiyorlar. Öyle hızlı ve bir anda gidiyorlar ki gittiklerini fark edemiyorum bile çoğu zaman.
Sanırım herhangi bir ilişki kurmayı ya da birilerini sevmeyi beceremiyorum ben. Çünkü kimi sevip değer versem eninde sonunda bana düşman oluyor. Şu an da seviyor olduğum ve konuştuğum herkes potansiyel düşmanım. Belki bugün değil ama yarın böyle olacaklar. Bunu bilince birileriyle ilişki kurmayı bırak konuşmuyorsun bile. Yeterince düşmanı varken insanın yenilere ne gerek var.

3 Aralık 2019 Salı

Kül Olan Umutlar 2



Ertesi gün Umut'un evine gittim. Belki içeride kurtulan bir iki parça bir şey vardır diye. Gördüğüm sadece küldü. Yıllardır yazdığı kitabından tek bir kelime bile kalmamıştı artık. Artık ne kitabı ne de gidecek bir yeri kalmıştı. Yıllardır hayalini kurduğu kitabı artık yoktu.
Gece boyunca gözünü hiç kırpmadı Umut. Uyuya kaldığında hava aydınlanmaya başlamıştı. Bunu biliyorum çünkü ben de hiç uyumadım. Eve gelir gelmez misafir odasına geçti ve tek kelime etmeden uyuyana kadar orda kaldı. Uyanık olduğunu devamlı duyduğum zippo sesinden anlıyordum. Sabaha kadar içtiği sigarayı sayamamıştım.
Kül olmuş evinin için de gezerken aslında bu olanların bir şaka olmasını diledim. Çünkü doksanlı yıllarda televizyonlardaki o kışkırtmalarla dolu şaka programlarına benziyordu bu yaşananlar. Her an bir yerden elinde kamerayla biri çıkıp gelecek gibiydi. Tabi ki kimse gelmedi. Yılların hayalini ve çalışmasını yok etmek için bir tek sigara izmariti yetmişti. Ufuk'un tam söndürmeden çöpe attığı o sigara izmariti hayalini kurduğu her şeyi kül etmişti. Hep böyle olmaz mıydı zaten, yıllarca çalış çabala ve her şeyin yıkılması için ufacık bir rüzgar essin.
Aradan iki hafta geçmişti ve bu zaman dilimi içerisinde Ufuk hiç konuşmadı. Gerekmedikçe odadan dışarı bile çıkmadı. O zipponun sesini duymasam evde olduğunu bile unutabilirdim çoğu zaman. Evleneceği kızın son hediyesiydi. Doğum günün de almıştı kendisine. Sonsuza dek sürecek olan bir aşk. Ufuk'un bilmediği şey ise ertesi gün akşam iş dönüşünde kızı yatağında başka bir adamla basacak olmasıydı. O günden sonra her şeyden elini ayağını çekti. Arkadaşlarını kendisinden uzaklaştırdı, bizi kendisinden uzaklaştırdı ve kariyerini bitirdi. Aradan geçen onca yıla rağmen o zippoyu yanından hiç ayırmadı. Sanırım abim acılarını yanında taşımayı seviyordu. Bu sayede ayakta durabiliyordu. Tabi buna ayakta durmak denebilirse.
Bir gün işten eve gittim ve evde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Ne zippo sesi ne de herhangi bir nefes alışverişi. Ölüm kadar sessizdi ortalık. Misafir odasına gittim ve sanki orada hiç Ufuk olmamış gibi derli topluydu. Aradım ama telefonuna ulaşılamıyordu. Çok üzerinde durmadım ben de. Gözüm masanın üzerinde duran bilgisayara takıldı. Masanın başına oturup bilgisayarı çalıştırdım. Temiz bir Word sayfası açtım. Kelimeler kendiliğinden dökülüyordu. Ufuk'u anlattım, bu yaşadıklarını, yangını, yaşadığı ihaneti her şeyi yazdım. Yazabildiğim kadar çok yazdım. Ufuk yapamamıştı ama ben yapmıştım. 286 sayfalık bir yazı yazmıştım. Bir kitap taslağı. Bir iki arkadaşı aradım ve kitap basıma hazırlandı. Altı ay sonra Ufuk'un adıyla yayınlanması gereken kitap benim adımla yayınlanmıştı.
Aradan neredeyse bir yıl geçmişti ve Ufuk'tan hala haber alamamıştım. Kitap satışları gayet iyi gitmişti ve üçüncü baskı için hazırlanıyordu. Bir akşam vakti evde otururken kapı çaldı. Gelen Ufuk'tu. Yine gözleri heyecanla parıldıyordu. Elinde benim yazdığım kendi hayatını anlatan kitap duruyordu. Daha içeri bile girmeden kapının önünde sarıldı bana. İyi görünüyordu traşlıydı giyimi de düzgündü. Kendini toparladığını düşündüm.
Birlikte içeri girdik. Kitabı çok sevdiğinden bahsediyordu. Çok iyi bir yazar olduğumu söylüyordu. Devamının gelmesini istiyordu. Konuşurken izledim O'nu. Kitaptakileri yaşayan kendisi değil de bir kurgu karakteriymiş gibi anlatıyordu. Buna nasıl katlandığını soracak oldum bir ara. Sonra vazgeçtim. O kadar heyecanlıydı ki bu anı bozmak istemedim.
Burdan gittikten sonra gördüğü ilk çöp kutusuna sigarayı ve zippoyu atmış. Neredeyse bir yıldır ne alkol ne de sigara kullanmamış. Eski işine geri dönmüş Ankara'ya yerleşmiş. Her şey yolunda gibiydi ikimiz için de. Yıllar sonra ilk defa abimle oturup abi kardeş gibi sohbet etmiştik sabaha kadar.

18 Ekim 2019 Cuma

Tanrı'm, Hayatımın Geri Kalanıyla Ne Yapacağım?



Sabah saat 06:00. Alarm çalmadan gözlerimi açtım yine. Gerçi bir alarm hiç olmadı. Beyaz tavan karşımda bütün ışıltısıyla. Sadece iki saatlik bir uyku. Gidilecek ne iş, ne okul, ne de aile hiçbiri yok. O zaman ne halt yemeye son iki yıldır bu saatte kalkıyorum. Bir cevabım yok. Sanki tüm gece birileri tarafından dayak yemiş gibiyim. Her yanım ağrıyor. Tüm gece kanımda dolaşan alkolün de bu ağrılarda payı var sanırım.
Dayanılmaz ağrılarımdan kurtulmak için yataktan kalkıp kendime bir kahve hazırladım. Yılların rutini her sabah sade, kremasız ve şekersiz sıcak bir kahve. Tepeleme kahve dolu fincanımı alıp salonda ki tekli koltuğuma oturdum. Arka planda Queen'in Bohemian Rhapsody'si çalmakta. Freddie, I don't wanna die derken sessizce tekrarlıyorum ben de. Kahvem bittikten sonra duşumu alıp evden çıktım. Kapımın önünde duran 84 model Mercedes 200e aracıma atlayıp yol almaya başladım. Yollarının her bir santimini ezberlediğim bu şehir de gözlerim kapalı bile bulabilirim yolumu.
Radyo da Bob Dylan'dan One More Cup of Coffee çalmakta. Sonra kırmızı ışık. Durdum. Sağıma bir Golf yanaştı, kırmızı renk. Kafamı çevirip arabanın içine baktım. Hayatım da verdiğim en kötü karadı. Sürücü koltuğunda lacivert takım elbiseli bir adam, hemen yanındaki koltukta muhtemelen eşi ve arkada çocuk koltuğunda ise 7-8 yaşlarında küçük bir kız çocuğu. Hepsinin yüzünde bir tebessüm, gözlerinin içi gülmekte.
Bir an sadece bir an o adamın yerinde olmak istedim. O adam ben olsaydım nasıl bir hayatım olurdu? Gerçekten gülmeyeli yıllar olmuştu. O adam ben olsaydım, yine O'nun gibi gülebilir miydim? Bir kız çocuğum olsaydı neler değişirdi hayatımda? Birisini gerçekten sevip evlenebilir miydim?
Ben bu cevapsız sorularla boğuşurken yeşil ışık yanmış olmalı ki kırmızı Golf yanımdan geçip gitti. Gerçekte saniyeler süren ama bana bir ömür gibi gelen kısa bir an. Bu an sabırsız sürücülerin korna sesleriyle bozuldu. Arabayı kenara çektim ve temiz hava almak için çıktım içinden. Titreyen ellerimle bir sigara yaktım. Derin bir ilk nefes. O an her şey sustu. Bütün arabalar, bütün kalabalık sessizliğe gömüldü. Duyabildiğim tek ses yanan sigaramdan gelen çıtırtılardı.
Sigaramı atarken her şey yoluna girmiş gibiydi. Bütün o kalabalık sesler yeniden duyuluyordu. Ama ellerimin titremesi geçmiyordu. Arabama bindim tekrar. İki elimle direksiyonu sıkıca kavradım. Tam o anda yine her şey sustu. Sadece kafamın içinde tekrarlanan o ses kaldı.

"Tanrı'm, hayatımın geri kalanıyla ne yapacağım?"

17 Ekim 2019 Perşembe

İçeriden Notlar (No 25: Çaresizlik)



Şu an içinde bulunduğum durumu anlatacak en doğru kelime sanırım çaresizlik. Resmen elim kolum bağlı, hiçbir şey yapamıyorum. Çevremde bana yardım edecek kimse yok. Kimsem yok. Eskiden uzakta da olsa bir ışık görebiliyordum fakat artık tamamen karanlık. Renksiz, simsiyah bir tablonun içindeyim sanki ve el yordamıyla yolumu bulmaya çalışıyorum. Sıkıntı ise gidilebilecek hiçbir yol yok.
Su beni dibe doğru çekiyor. Ben çırpındıkça daha da hızlı çekiyor dibe. O yüzden bıraktım artık çırpınmayı. Kurtuluş olmadığının farkına vardım geçte olsa. O suyun dibine batıp, balıklara yem olmak benim kaderim.

13 Ağustos 2019 Salı

Bir Kahve




Farklı bir kahve dükkanındayım bu sefer. Oturduğum yer çıkışa yakın yine. Diğer mekan da insanlar tarafından tanınıp selam verilmeye başlanınca terk ettim orayı. Burası hafta sonları kalabalık ama hafta içi sakin genelde.
İzmir'in en sevdiğim zamanı bu. Dini bayramlar. Şehir boşalıyor resmen. Yedi ve sekizinci sınıftayken hafta sonu sabahları kurs olurdu okulda. Her sene giderdim. Hafta sonlarını iple çekerdim bu yüzden. Sabah erkenden evden çıkar ve boş sokaklarda bir başıma yürürdüm. Esnaflar bile açmamış olurdu daha. O boş sokaklar da yürürken kendimi zombi kıyametinden kurtulmuş biri olarak hayal ederdim. Her bir köşeden zombi çıkacakmış gibi gelirdi. o uzun yürüyüşlerden sonra okula varırdım. Orası da bomboş olurdu. Tek başıma otururdum bahçede. En huzurlu olduğum anlarımdı o zamanlar. Sonra diğer öğrenciler ve öğretmenler gelmeye başlardı ve bütün sihir bozulurdu. O zamandan beri nefret ederim insanlardan huzurumu kaçırdıkları için.
İşte huzurum bir kez daha bozulmak üzereydi. Oysa tek istediğim kahvemi içmek ve Ufuk Yüksel'in kitabını son okumaktı. Ama olmadı.
Yaklaşık 1.65 boylarında zayıf ve esmer bir kız geldi ve direkt karşımdaki sandalyeye oturdu. Gayri ihtiyari etrafıma bakındım acaba kitaba daldığım zaman diliminde  mekan doldu mu diye. Bir iki masa dışında her yer boştu. Yani istediği yere oturabilirdi, benim masam dışında tabi. Benim etrafa bakınmamı hiç umursamadı ve o rahatsız edici sessizliği bozdu:
-Selam.
-Tanışıyor muyuz? diye karşılık verdim. Dediğim gibi insanlardan pek haz etmiyorum.
-Biriyle konuşmak için tanışmaya ihtiyaç yok. dedi.
-Öyle olsun. dedim. Uzatma niyetinde değildim. Kitabıma dönmek istiyordum bir an önce.
-Katil uşak.
-Anlamadım.
-Kitabın sonunda diyorum, katil uşak çıkıyor.
-Bunun bir Agatha Christie romanı olmadığına eminim.
-Hiç şakadan anlamıyorsun. dedi ve kollarını birleştirip yüzünü astı.
-Benden ne istiyorsun? Canın mı sıkılıyor? diye sordum.
-Sana daha önce hiç eğlenceli olmadığını söyleyen oldu mu?
-Eğlence seven biri gibi mi duruyorum?
-Belki de artık sevme zamanın gelmiştir.
-Bu dediğin çok anlamsız.
Masanın üzerinde duran defteri kendi önüne çekti, kalemi de eline aldı. Defterin en arka sayfasına bir şeyler yazdı. Benden başkasının defterime bir şeyler yazmasından nefret etmeme rağmen sesimi çıkarmadım. Hoş bir kızdı aslında. Dolarda onunla beraber olmak için istediği her şeyi yapabilecek yüzlerce salak bulabilirdi ama o nedense benim masamda oturuyordu.
Defteri kapatıp bana geri uzattı. Kalemi göstererek:
-Bu bana senden HATIRA. dedi. Geri almak istiyorsan deftere yazdıklarımı yapman gerekecek,
Cümlesi biter bitmez ayağa kalktı. Yanıma geldi ve birden bire eğilip beni yanağımdan öptü. İrkilmiştim. Kulağıma fısıldayarak "Görüşürüz" dedi ve gitti. Bir süre hiç kıpırtısız öylece durdum. Bana saatler gibi gelen bir it kaç dakikanın ardından kendime gelebildim. Hemen defteri açtım.
"3 gün sonra Alsancak'taki kahve dükkanında görüşmek üzere." 
Tam bu dükkandan Alsancak'taki beş adet var diye düşünürken defterin en altına telefon numarasını yazdığını gördüm. Sanırım hangi dükkan olduğunu arayıp sormamı istiyordu. Sanırım her şeyi düşünmüştü. 
Masanın üzerinde duran defterimi ve Stalker kitabımı alıp çantama attım. Kafamda az önce yaşanan saçma olayı tekrar tekrar oynatarak bir anlam vermeye çalışıyordum. Kafamda bu düşüncelerle çantamı alıp çıktım dükkandan ve kendimi sokağa attım.

11 Ağustos 2019 Pazar

Şimdiki Geçmiş




Oturdum yine aynı kahve dükkanında,
Hala aynı köşedeyim.
Girişe ve çıkışa yakın.
Her an kaçmam gerekebilir,
Kahveciden, şehirden hatta ülkeden.
Çantamda bir kitap, küçük bir not defteri,
Bir tişört ve bir kaç prezervatif var.
İşime yarayabilecek her şey içinde.
Sonuçta yirmi sekiz yıldır sevişmedim,
Her şeye hazırlıklıyım o yüzden.
Aylardan Ağustos
Güzel kızlar giriyor kapıdan,
Bazen sadece güzel bacaklar.
Bu beni sapık mı yapar?
Sanırım herkes kadar.
Dışarıda fırtına başladı,
Oradan oraya sürükleniyor sandalyeler.
Ruhum gibi.
Hiçbir yerde uzun süre kalamıyor,
Hep bir sürüklenme halinde.
Keşke Cenk Taner daha çok kitap yazsa.
Melankoli benim ruhuma işlemiş,
Söküp çıkartması o kadar kolay değil.
Kimseyi almıyorum hayatıma
Çünkü bir kişilik yerim bile kalmadı.
Alkolle değiştirdim bir ara vücudumdaki kanı.
O bile etki etmedi geçmişi unutmama,
Gelecek hayali kurmama.
Şu anda ise oturmuş bu dükkanda,
Şimdinin geçmiş olmasını bekliyorum.

8 Ağustos 2019 Perşembe

UYUTULMAK


Her seferinde başka kitap
Ama aynı kahveyle oturur
Hep aynı köşesinde.
Küçük bir de not defteri yanında
Belki işe yarar fikirler gelir diye aklına.
Aylardır işsiz, vazgeçmiş artık aramaktan.
Elini eteğini çekip her şeyden,
Kitap okuyup kahvesini içiyor ağırdan.
Sabah dokuz da başlıyor telefon trafiği,
Alacaklıları tarafından.
Telefonu bir köşede, kendi başka köşede.
Umursamıyor çalan telefonları,
Umursamıyor alacaklıları,
Umursamıyor artık nefes bile almayı.
Tek bir çabası yok, vazgeçmiş her şeyden.
Uyutulmayı bekleyen hasta bir köpek gibi.

24 Mart 2019 Pazar

ÖLÜM




Öldüm...

Hayatımda ki en berbat deneyimdi,
Her yerden çürümüş et kokuları yükseliyordu,
Vücudumun her yerine kancalar geçirilmişti.
Ve korkuyordum.
Hiç korkmadığım kadar çok korkuyordum.

Yıllardır her gece ölmeyi dileyen ben değil miydim?
O halde neden bu kadar korkuyordum?

Her yerde gölgeler var.
Ürkütücü, korkunç gölgeler.
Her geldiklerinde çığlıklar artıyor burada.
Korkuyorum.
Tanrı'm!
Neredeyim ben?

07.07.2009

17 Ocak 2019 Perşembe

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek




Otuz iki yaşında annemle yaşıyordum. Alsancak'ta bir gece kulübünde barman olarak çalışıyordum. Sabaha karşı saat 05:00 gibi eve gelmiştim. Annem uyuyordu. Odamın kapısını açıp içeri girdim. Çantamı duvar dibine bırakıp kapıyı kapattım. Yatağımın üzerine oturdum. Oturunca farkettim epey yorulmuştum. Kendimi yatağa bıraktım. Ayaklarım yerde gövdem yataktaydı. Ne kadar zaman geçti tam olarak bilmiyorum ama uyuya kalmışım. Birinin beni dürtmesiyle uyandım.
Gözlerimi açtığımda başucumda on bir yaşlarında bir çocuk vardı. Doğruldum hemen yataktan ve "kimsin sen?" diye sordum.
- Beni nasıl unutursun? İnsan çocukluğunu unutur mu hiç?
Gözlerimi ovuşturdum ve daha dikkatli baktım. Doğru söylüyordu benim çocukluğumdu karşımda duran. Dona kaldım öylece. Ne diyeceğimi nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? "Behzat Ç. mi lan bu?" dedim kendi kendime. Sonra bir rüya olacağı geldi aklıma ve olayları akışına bırakmaya karar verdim. Nasıl olsa biraz sonra uyanacaktım.
- Tamam tamam hatırladım. Uyku sersemi çıkaramadım ilk başta. Eee anlat bakalım ne arıyorsun burada sen?
- Merak ettim o yüzden geldim.
- Neyi merak ettin? İlerde nasıl bir mal olacağını görmek için mi geldin?
- Nasıl yani?
Boş boş yüzüme bakıyordu. Boş boş bakması gereken bendim aslında. Sonuçta o benim hayatıma girmişti aniden. Sormak istediklerini sorsun cevaplayayım da siktirsin gitsin dedim içimden. Zaten kendimle yaşamak zorundayım geberene kadar bir de çocukluğumu çekemem hiç.
- Neyse sen sor hadi soracaklarını. Neyi merak ediyorsun bakalım?
- Pilot olmak istiyordum ben olabildim mi? Yani olabildik mi?
Ulen böyle soru mu olur? Hiç pilota benzer bir halim var mı benim? Neyse sakin sakin cevap vereyim ilerde birde bu yüzden travma yaşamayalım.
- Yok olamadık pilot falan. Götü göbeği büyütünce almadılar tabi askeriyeye bizi. Gerçi iyi oldu kafayı iyice yerdik biz askeriyede.
- Kafayı mı yedik biz?
- Yok be oğlum lafın gelişi diyorum ya. ( Ulen günde sekiz tane anti depresan atıyorum ayakta kalabilmek için. Daha ne kadar kafayı yiyeceğim acaba?)
-Tiyatrocu mu olduk peki?
- Valla bir ara olduk aslında yalan yok. Bir kaç sene yaptık hatta. Sonra işler pek iyi gitmedi. Para gerekti başka iş yapmaya başladık o yüzden. (Çok zevkliydi aslında o yıllar be. Ama işin içinde ben olunca o işi de elime yüzüme bulaştırdım.)
- Ne iş yapıyoruz peki?
- Barman olduk. Bol bol kokteyl yapıyoruz. (Alkolik olduğumuzu söylemeyeyim şimdi hiç belki bu ilerde alkole başlamaz.)
- İyi para kazanıyor muyuz bari?
- Kirayı faturaları ödüyoruz işte. Ay sonuna kadar rahat götürüyor bizi aldığımız para. İdare eder işte. (Ne idare eder AMK. Ay sonunu bile getiremiyorum.)
- Evimiz olmadı yani.
- Bu da ev oğlum işte. Kirasını ödediğimiz sürece bizim sayılır demi. (Hiçbir bokta sayılmaz. Kirasını ödüyorsun senin değil işte. Ne kandırıyorsun çocuğu.)
- Evlendik mi peki?
- Yok evlenmedik henüz.
- Peki kız arkadaş?
- O da yok.(Ot gibi yaşıyoruz işte neyi soruyorsun hala. Var yada yok sana ne faydası dokunacak.)
- Anladım.
Yüzü düştü. Gözleri doldu. Geldiğinden beri ilk defa o kadar umutsuz görünüyordu. On bir yaşında çocuğu bile idare edemiyorsun. Bok vardı doğruları söyledin. Yalan söyle nereden bilecek ki?
-Üzülme hemen ya. Bu benim hayatım sen ders al işte. Benim şu an olduğum kişi olma. Bu tamamen senin elinde. Belki buraya gelme nedenin de budur. Beni görüp benim gibi olmaman. İsteyeceğin son şey benim gibi olmak çünkü. Barman olmak havalı bir şey değil senin aklını çelmesin sakın.
-Doğru söylüyor olabilirsin. Bu hayatta olmak isteyeceğim en son kişisin hatta sen.
Başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde acıma vardı. Şu an bile aklımda o acıyarak bana bakan çocuk. Resmen geçmişim tarafından aşağılanmıştım. Haklıydı aslında. Acınacak halde olabilirdim. Ama bir şeyleri değiştirmeye gücüm kalmamıştı artık.
Gözlerimi açtığımda artık sabah olmuştu. Saate baktım, daha erkendi. Kafamı yastığa gömdüm ve uyumaya devam ettim.

3 Ocak 2019 Perşembe

Bilekleri Kesmek Mi Hayalleri Kesmek Mi?




Uzun ve yorucu bir gün geçirmişti iş yerinde. Eve geldiğinde ayakta duracak hali kalmamıştı. Anahtarıyla ağır ağır kapısını açtı. İçeri girip ayakkabılarını çıkardı. Ayaklarını sürükleyerek odasına gitti. Paltosunu çıkardı ve yatağının üzerine attı. Bir süre boş boş yatağına baktı. Sonra oturdu yatağının ucuna. Hiçbir şey yapmadan bekledi o karanlıkta dakikalarca. Sonra bilgisayarını açtı ve çok kısa bir şeyler yazdı. Yine ayaklarını sürükleyerek banyoya gitti. Küvetin giderini kapattı ve çeşmeyi açtı. İstediği sıcaklığı ayarlayıp mutfağa gitti. Dolabı açtı ve hiçbir şey yapmadan anlamsız bir şekilde baktı dolabının içine. Dolabının kapısını kapatıp raftan bir bardak aldı. Damacanadan su doldurdu ve yavaş yavaş içmeye başladı.
Banyonun kapısının önünde kıyafetlerini çıkardı. Yanına havlu almadı onun yerine bir adet sigara, çakmak ve jilet aldı. Küvet yarısına kadar dolmuştu, suyu kapattı. Yavaşça küvete yerleşti. Hiç acelesi yok gibiydi. Sanki bütün zamanlar kendisine aitmiş gibi davranıyordu.
Kafasını arkaya atmış gözleri kapalı bekliyordu suyun içinde. Sanki hayatını değiştirecek o mucizevi anın gelmesini bekler gibiydi. Fakat hiçbir şey olmadı. O mucizevi an bu an değildi. Tek sıkıntı o mucizevi ana şu an ihtiyacı olmasıydı. Ya şimdi ya hiç.
Hiçbir şey olmayacağını anladığı an gözlerini birden açtı. Sağında duran jileti aldı ve sol bileğine götürdü. Eli titriyordu. Bunu ne kadar yapmak istese de bir yanı hala hayatta kalmak istiyordu çünkü. Hayatta kalmak isteyen yanını susturdu ve sol bileğine diklemesine derin bir kesik attı. Canı çok yanmıştı ama durmadı. Bu sefer jileti sol eline alıp sağ bileğini aynı şekilde kesti. Sonra jileti yere bıraktı. Bileğinden kanlar akarken sağ tarafında duran sigarasını aldı ve çakmağıyla onu yaktı. Derin bir nefes çekti içine. Küvetteki o berrak suyun hızlıca kırmızı rengi almasını izledi. Sigaranın yarısına geldiğinde sanki küvette sadece kan varmış gibiydi. Kıpkırmızı kanın içinde uzanıyordu.Sigarayı artık parmakları tutamıyordu. Son bir nefes aldı sigarasından ve sigarayı kanlı suyun içine tükürdü.
Uykusu gelmişti. Göz kapakları ağırlaşıyordu. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Aklına "Bilek kesmek hikaye sen hiç hayallerini kestin m?" diyen kişi geldi. Hayallerini kesmeye gerçekten hiç benzemiyordu bu bilek kesme işi. Hayalini kesip yola başka bir hayalle devam edebilirdin ama bilek kesmek işin sonuydu. Bu saatten sonra bir devam yoktu. Nefes alışverişi iyice zayıfladı, gözleri kapanmak üzereydi. Son bir kez daha baktı kanlı suya, hafif bir tebessüm yerleşti suratına. Daha fazla açık tutamadı gözlerini. Gözleri kapandı, solunumu durdu, kalbi durdu.
Son gördüğü kendi kanıyla boyadığı suyuydu. Bilgisayarında ise bir Word sayfası açıktı. Sadece iki kelime yazılıydı sayfada. Veda mektubu sadece iki kelime olmuştu. Hayattayken çok konuşmayı sevmediği gibi ölürken bile konuşmamıştı. Sayfada yazılı olan iki kelime şöyleydi;

PES EDİYORUM.