31 Mart 2020 Salı

KARANTİNA GÜNLÜKLERİ - 1



Aralık ayında Çin'de ilk vaka görülmüştü. Ancak Çin hükümeti bunu diğer ülkelerden sakladı. Ölümler çoğalıp sosyal medyaya düşen videolar çoğalınca diğer ülkelere haber vermişlerdi. Fakat iş işten çoktan geçmişti. Temasla bulaşan ölümcül bir virüs. Nedeni niçini bilinmiyor. En azından o dönem kimse açıklayamıyordu. Grip gibi başlayıp ölümcül sonuçlar doğuruyordu. İlk başlarda sadece elli yaş ve üzerine etki ediyordu. Yıllardır varolan bir virüsün evrim geçirmesi olarak izah etmeye çalıştılar. İnanmaktan başka bir şey gelmiyordu elimizden.
Hiçbir ülke bu virüsü ciddiye almadı. İlk başlarda o yüzden hiçbir ülke tedbir almadı. İtalya, Fransa, Amerika, İngiltere, İspanya vs... Vaka sayıları yüzlere çıkınca tedbirler alınmaya başlandı ama her şey için çok geç kalınmıştı. Bir hafta içerisinde hasta sayıları binlerle ifade edilmeye başlanmıştı bile. Hastalığı en ağır geçiren ülkelerin başında İtalya geliyordu. Daha dördüncü haftasında on binden fazla ölüsü vardı. İki ay içinde dünyada bir milyondan fazla insan ölmüştü bu hastalık nedeniyle.
Türkiye bu hastalığa en son yakalanan ülkeydi. İlk vaka görüldüğü anda önemli tedbirler alınmaya başlanmıştı. Ama kimse önlemleri ciddiye almadı ve ilk haftanın sonunda ölü sayısı yüzü geçmişti. Ülkeler tedavi arıyorlardı ancak tüm çabalar boşa gitmekteydi. Kötü yanı bu virüsle uğraşan bilim ve tıp insanları da bu hastalığa yakalanmaktaydı. Hasta insanları sağlıklı insanlardan uzak tutmak için gemi hastaneleri kuruluyordu ve bu hastalığa yakalananlar açık denizlerde tedavi ediliyordu.
11 Mart tarihinde ilk vaka Türkiye'de görülünce önce okullar kapatıldı. Ayın on dördünde çoğu iş yerleri kapatıldı. Bizimki de onlardan biriydi. Dükkan kapanınca en büyük derdimiz faturaları kredi borçlarını nasıl ödeyeceğimiz idi. Keşke en büyük derdimiz bu olarak kalsaydı. On beşi sabahı ev için erzak alışverişi yaptım çünkü durumlar iyi görünmüyordu. Bolca erzak alıp evden çıkmamaktı niyetim. Aynı günün akşamı marketler talan edildi. Ayın on altısında makarna, un ve çorba bulunan hiçbir yer kalmamıştı. Satan yerlerde küçük paket makarnalar için fahiş fiyatlar istiyordu. Hükümet bu durumun önüne geçmeye çalışıyordu fakat bu mümkün görünmüyordu. Yaptığım alışveriş en kötü ihtimalle bir ay rahatlıkla yeterdi bana. İnternet üzerinden koruyucu giysi, eldivenler ve maskelerde aldım. Her şeye hazırlıklıydım. Sonuçta yıllardır kıyamet senaryolu filmler izleyip kitaplar okuyordum. Bundan sonra bana bir şey olmazdı.

KARANTİNADA ALTMIŞ SEKİZİNCİ GÜN


Dünya nüfusunun yarısından fazlasının öldüğü düşünülmekte. Bu söylediğim en iyi ihtimal. Tek yaşamanın faydası bu sanırım sana virüs bulaştıracak kimse yok. Gerekmedikçe dışarı çıkmıyorum, çıktığım zamanlarda da koruyucu giysimi giyiyorum. Açık hiçbir dükkan yok. Her yer yağmalanmış durumda. Yağmalanan marketlere gidip işe yarar bir şeyler olup olmadığına bakıyorum. Yaşamak için yemek yemem lazım. İçme suyu bulmak sıkıntı. Suyu idareli kullanıyorum. Virüs bir evrim daha geçirdi. Artık genç yaşlı fark etmiyor herkesi öldürmekte. Önceden iyileşip taburcu edilen gençler bir buçuk hafta sonra tekrar hastalığa yakalanıp öldüler. Kimse güvende değil artık. İzmir'i bu kadar boş görmekte varmış kaderde.
Yaşadığım apartman da benden başka kimse kalmadı. Bu yaptığım şeyi onaylamıyorum ama bazen ölenlerin evine girip kitaplarını ve yiyeceklerini alıyorum. Evlerini kurcalıyorum. Özel hayat diye bir şey bırakmadım insanlarda. Haziran ayında olmamıza rağmen bir haftadır hiç kesilmeyen bir yağmur var burda. Virüsle birlikte Doğada evrim geçiriyor sanırım.

25 Mart 2020 Çarşamba

BOŞ KONUŞMA!!!



Hayatım boyunca hiçbir zaman doğru kelimeleri bulamadım konuşmalarımda. Onun yerine hep sustum. O bir köşede oturan sessiz çocuk bendim. Dua ederdim kimse benimle iletişime geçmek istemesin diye. Görüntümden dolayı yoksa başka bir nedeni mi var bilemiyorum ama insanlardan kaçmaya çalıştıkça onlar hep beni kendilerine yakın buldu. Oysa ben hep nefret etmişimdir kalabalıklardan. Yalnızken olduğum kadar rahat olamıyorum asla insanların arasında. Nietzsche'nin dediği gibi "Eğer kimse sizi dinlemiyorsa, bağırmak en doğal şeydir." Ben de sadece yalnızken bağırabiliyorum. Sadece yalnızken sesim çıkıyor onu da benden başkası duymuyor zaten.
Bu yüzden çok küçük yaşlarımda yazmayı keşfettim. İyi bir yazar olduğumu iddia etmedim hiçbir zaman. İyi yada kötü yazmak beni rahatlatıyordu sadece ve ben sadece rahatlamak istiyordum. Hiçbir zaman yazılarımı birileri beğensin diye yazmadım. Sadece içimdeki çığlıkları bastırmak için bir araçtı yazmak. Delirmemi engelleyen tek şey. Belki delirmek her şeyi daha kolay yapabilirdi benim için ama buna müsaade etmedim. İçimde ki sesleri bastırmanın yolu onları yazıya dökmekten geçiyordu.
İnsanların arasındayken konuşmaz sadece onları dinlerdim. İnsanlar bu yüzden benim iyi bir dinleyici olduğumu onların problemlerini umursadığımı düşünürlerdi. Oysa işin aslı ne anlattıkları şeyler ne de problemleri umurumda bile değildi. Yanımdan ayrıldıktan sonra anlattıkları her şeyi unuturdum. Bazen öyle boş konuşurlardı ki yanımdan ayrılmalarına bile gerek kalmazdı anlattıklarını unutmam için. Ben onlardan kaçmaya çalıştıkça onlar g*tüme girdi. Neden yaşamak için illa birileriyle konuşmanız lazım anlamıyorum ki. Tek başınıza kalamayacak kadar aciz misiniz? Niye kimse bilmiyor yalnızlığın değerini?
Hayatları boyunca tek sayfa kitap okumamış adamların kendilerini dünyanın en bilge insanı zannetmelerini izledim. İki cümleyi bir araya getiremeyen adamlar kendilerini kadın avcısı olarak tanıtıyor. Hepinizin ne bok olduğunu biliyorum anlattığınız yalanlara inanmıyorum. Sadece sizin o inandırıcılığı tamamen noksan yalanlarınızı dinlemek artık keyif vermeye başladı. Siz bana yalanlar sıralarken içimden size kahkahalarla gülüyorum. Boktan olan hayatınızı bana niye güzel göstermeye çalışıyorsunuz? Bu benim ne kadar umurumda olabilir yada niye umurumda olsun ki?
Çok büyük isteklerim yok. O yalanlarınızı götünüze sokun ve beni biraz rahat bırakın istiyorum sadece.