30 Temmuz 2020 Perşembe

VİCDAN RAHATLATMA SEANSI




Hep bir savaş halindeydi
Çoğu zaman ne ile savaştığını bile bilmezdi. 
Bazen karısıyla, bazen Tanrı'yla, bazen de çocuklarıyla
Televizyonda duyduğu tek bir haber bile yeterdi 
Bütün gününü mahvedip kendiyle savaşmasına.

Savaş mı seviyordu yoksa biraz olsun anlaşılmak mı?
İmamlarıyla kavga edip kovulduğu camiler vardı.
Sureyi doğru okumadı diye kızardı imamlara.
Hep bir şeylere kızardı.

Bir tek bana kızmazdı, bir tek benimle savaşmazdı.
Belki yeteri kadar kişiyle savaş verdiği içindi,
Belki de sadece sevdiği için.
İlk torununa böyle mi davranıyordu her insan?

Ramazan ayında on iki saat oruç tutar
İftara beş dakika kala
"Yeter bu kadar" diyerek yemeye başlardı.
Biz gülüyorduk buna çünkü komikti.
Beş dakikayla cenneti kaçırmak gibi.

Sonra bir şeyler oldu her zamankinden daha kızgın
Her zamankinden daha çok savaş halindeydi.
Belki de bize öyle geldi yada tahammülümüz bitti
Bu sefer biz kızdık ve yalnız bıraktık O'nu.
Yolda görünce yolumu değiştirdim bir kaç sefer
Çünkü dinlemek istemedim anlatacaklarını
Ne anlatacağını bile bilmiyordum oysa.

Bir bayram ziyaretine gittik topluca
Eli ayağı birbirine dolandı ne yapacağını şaşırdı sevinçten
Ben ki yararından başka bir şeyini görmemiştim
Ama ben de yalnız bırakmıştım.

Bu ziyaretten kısa bir süre sonra unuttu her şeyi.
Birden bire ileri düzey Alzheimer oldu.
Nasıl oldu niçin oldu cevapsız bir sürü soru.
Hastaneye götürüp getirirdim.
Son zamanlarında yanındaydım hep.
Tek fark beni tanımıyordu kimseyi tanımıyordu.

Unutması iyi olmuştu bence 
Çünkü ben olsam bunları hatırlamak istemezdim.
Nedensiz kavgalarımı kendimle verdiğim savaşları
Yapayalnız kalışımı... Yapayalnız bırakılışımı...

Sonra durumu ağırlaştı hastaneye kaldırıldı.
Bilinci kapalı öylece yatıyordu hasta yatağında.
Yaklaşık bir hafta kadar öylece yattı.

Bir sabah evimde yatarken uyandım telefonun sesine.
Dediler ki "Öldü!"
Sanki herhangi bir şeyden bahsediliyormuş gibi.
Tek kelime yetiyor her şeyin bittiğini anlatmaya.
Çoğu şeyin geri alınamayacağını
Artık her şey için çok geç olduğunu
Çektiğimiz vicdan azaplarını götümüze sokmamız gerektiğini.
O tek kelimenin ağırlığı altında eziliyorsun.
Elin kolun bağlı bir şekilde.

Aradan sekiz sene ve iki buçuk ay geçti
Yaşım otuz oldu.
Bana ilerde çok büyük adam olacağımı söylerdi
İyi ve güzel mevkilere geleceğimden adı gibi emindi.
Ama öyle olmadı...
O gitti ve herkes silindi biraz.
En çokta ben silindim
Silinen yerlerim belki o güzel mevkilere gelmiştir.

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Yazdım, Yazmasam Ağlayacaktım



Sabah gözlerimi sıkıntı ve sinirle açtım. Ciddi anlamda neden uyandığımı sorguladım. Şayet bugün uyanmamış olsaydım yada bir kaç yıl uyanmamış olsam ne değişirdi? Resmen her günüm bir öncekinin aynısı. Tek fark sinir kat sayım giderek artıyor. Artık tahammülüm kalmadı hiç kimseye yada hiçbir şeye. Hayatım da az insan olunca kalbini kırar mıyım diye düşünmeye de gerek kalmıyor. Yalnızlığın avantajlarından biri. 
İş yerindekiler nasiplendi bugün bugün ilk defa sinirimden. Kendimi tutamadım ve yaptıkları aptallıkları her birinin yüzüne vurdum. Tamam ben de çok zeki bir adam değilimdir belki ama aptallığa tahammülüm yok. Aptallığı yapan kişi ben olsam bile tahammül edemiyorum. Bir aptallık yada yanlış yaptıktan sonra günlerce bunu nasıl yaptım diye kendimle kavga eder ve ağzıma geleni söylerim kendime. Aptallığa tahammülüm yok. fakat çevrem onlarla dolu. En büyük aptal da benim hatta hala bunlara tahammül etmeye çalıştığım için. 
Dediğim gibi sabah uyanmam tamamen bir işkenceydi. Otuzuma geldim ve elimde avucumda hiçbir bok yok gibi bir aydınlanma oldu. Aslında günde defalarca kez kendime tekrarladığım bir cümle bu ama bu sabah bir farklıydı. Daha ne olacak diyordum kendime. Neyi bekliyorum herhangi bir hayalimi gerçekleştirmek için? Neyi beklediğimi biliyorum aslında. Hayallerimi hatırlamıyorum artık ve yeni bir hayal kuracak heves kalmadı içimde. Çünkü tüm hayallerimin bir bir yıkıldığını gördüm. Tüm sevdiklerimin bir bir gittiğini gördüm. Birini sevmekten ve hayal kurmaktan ölesiye korkuyorum. 
Böyle olunca da o malum soru geliyor akla; Ne bok yemeye yaşıyorum o zaman ben? İnsan görmeye tahammülüm yok ama işim gereği devamlı onların içindeyim. Nefret ediyorum her birinden tek tek. Her birinin yüzüne tükürmek istiyorum artık. Nefret doluyum. Nefret duymayan tek bir hücrem bile yok. Ne oldu da bu kadar nefretle doldum? 
Bir slow book hazırlayacağım. Daha doğrusu ben parayı ve yazıyı vereceğim İsmail benim yerime yazıya uygun resimler çizip kitabı basacak. Aylardır bunu düşünüyorum gerek var mı acaba diye. "Ya sonra?" diyorum kendime. Bu kitap basılacak 100 adet. 7 adet bana geri 93 tanesi İsmail'de kalacak. Ben bir şey kazanmayacağım bu işten. Peki ne olacak yayımcılar kapımda sıraya mı girecek? Bu güzel yazının devamını istiyoruz diyerek beni sosyal medyadan mesaj yağmuruna mı tutacak hayranlar? Kim hayran olabilir ki benim yazılarıma? Şu sayfayı açalı on yıl oldu neredeyse. Koca on yıl. Milyonlarca insan öldü milyonlarcası da doğdu bu süreçte. Yazdığım yazıları yirmi kişi bile okumuyor. Herhangi biri okuyor mu onu bile bilmiyorum hatta. Sanki koşuyorum ama hiçbir yere varamıyor gibiyim. 
Çocukluğumdan beri yazıyorum. Yirmi yıldan fazla zamandır yazıyorum. Başka birisi bu kadar uzun süre yazı yazsa onuncu kitabını çıkarırdı. Ben ise kimsenin okumadığı bir sayfada yazıyorum ve defterler dolusu yazım var. Millet böyle şeylerle en kötü kız tavlıyor ben de o bile yok. Yazdığım yazılar yüzünden benimle ilgilenen hiçbir kız olmadı. Çünkü kimse okumuyor. 
Okunmadığım için dert yanıyor gibi oldu ama öyle değil aslında. Ben kendimi rahatlatmak için yazıyorum. Şayet yazmaktan başka bildiğim bir bok yok. Ne kadar iyi yazabildiğim de büyük tartışma konusu. Palyaço şiirindeki gibi "Yazdım, yazmasam ağlayacaktım." Gerçi artık ağlayamıyorum da ben.