29 Ekim 2015 Perşembe

İçeride Notlar (No: 16 HOŞÇAKAL)



Bir sabah kalktığınız da yada uyumadan geçen bir gecenin sabahın da, sevdiğiniz insanı yolcu etmeniz gerekir. O akşam ve ondan sonraki akşamlarda da geri gelmeyeceğini bilerek "HOŞÇAKAL" dersiniz. Gözden kaybolana kadar arkasından bakarsınız. Belki son bir defa dönüp bakar diye.
Bu bir son değil dersiniz birbirinize. Tekrar görüşeceğiz elbet diyeceksiniz. Ama o görüşmeler hiçbir zaman gerçekleşmez. Bu tam anlamıyla bir sondur ve sonlar hep yıkıcıdır.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Merhumu Nasıl Bilirdiniz?



Bir akşam üstüydü öldüğümde. Aylardan şubattı. Hava buz gibiydi ve yağmur yağıyordu. Ölmek için daha güzel bir gün olamazdı. Bu güzel günü değerlendirmek istemiştim sadece. Kimseyi üzmek değildi niyetim aslında. Kimseyi de üzmedim zaten bilerek. Onlar üzülmesin diye kendimi üzüp parçaladım her seferinde.
En sevdiğim ama çok yıpranmasın diye fazla giymediğim tişörtümü ve deri montumu giydim üzerime. Zaten ölecektim yıpranması kimin umurundaydı ki. Bir kutu Xanax ve anti-depresan hapını aynı anda yutup dışarıya çıktım. Son bir defa hissetmek istiyordum soğuk havayı ve yağmuru. Kapıyı açıp dışarıya ilk adımımı attığım an sanki ilk defa yağmura çıkıyormuşum gibiydi. Çok güzeldi. O an hiç bitmesin istedim. Soğuk hava ve yağmur yüzüme vurdukça gülümsüyordum. Son dakikalarımın keyfini çıkarıyordum.
15 dakika için de yığılıp kalmıştım olduğum yere. Evden çokta uzaklaşamadığım için aileme hemen gitti haber. Gelen ambulans ile apar topar hastaneye kaldırıldım. Doktorlar midemi yıkadılar ama pekte bir işe yaramamıştı. Kalbim durdu. Geri döndürmek için şok cihazını üç defa kullandılar. Hiçbir işe yaramadı. Geri gelmedim elbette.
Ameliyathanenin önünde ağlayarak babama sarılmış annem ve kardeşim bekliyorlardı. Herkes ağlıyordu. Ameliyathanenin kapısı açılıp doktor içeriden çıkınca hepsi birden ona doğru hücum etti. Doktorun yüzünde hastayı kaybettik ifadesi vardı. Sanırım tıp okulunda öğretiyorlar bu ifadeyi. "Maalesef kurtaramadık. Başınız sağolsun." dedi ve arkasını dönüp gitti. Annem tek kelime söyleyemedi hıçkırmaktan. Sonra da bayıldı zaten. Kardeşim koşarak çıktı hastaneden. Bacakları acıdan yanana kadar koştu.
Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Annem gözünü hastane odasın da açtı. Daha doğrusu açmak istemedi. Yaşananların kötü bir rüya olduğunu düşünmek istiyordu. Ama öyle değildi. Etrafına bakındı. Akşamdan beri uyumayan babam gözleri kan çanağına dönmüş bir şekilde oturmaktaydı sandalyede. İkisi de bir şey söylemedi. Annem elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı.
Babam "Haber vermemiz lazım. Yarın öğlen..." devamını getiremedi. Annem daha sesli ağlamaya başladı. Babam sandalyeden kalktı ve anneme sarıldı. Kimse bir şey söyleyemiyordu. Söylenecek pek bir şeyde yoktu zaten. Kardeşim ise eve gitmiş benim odama girmiş orada ağlıyordu. Yağmurdan ıslanmıştı. Anneme bir sakinleştirici daha yaptı hemşire. Babam da telefonu alıp odadan çıktı. Akrabalara haber vermek için.
Cenazem öğlen namazından sonra olacaktı. Köyden akrabalarımız gelmişti. Bir sürü de tanımadığım insan. Annem teyzemle dayımın koluna girmiş o şekilde ayakta duruyordu. Camide tabutum musalla taşında dururken babam, kardeşim ve dedem tabutumun başındalardı. Kardeşim ve babam ağlamamak için zor tutuyorlardı kendilerini. Sonra dayım da geldi onların yanına. Gelenler "Başınız sağolsun" diyip hepsinin elini sıkıyordu. Sadece başlarını sallıyorlardı bizimkiler. Öğlen namazı için camiye girdi erkekler. Kardeşim girmedi. Tabutumun başında bekledi.
Namaz da sonra cenaze namazımı kılmak için tabutumun önünde saf tutuldu. İmam "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sordu. Herkes iyi bilirdik dedi. "Madem bu çocuk bu kadar iyiydi o zaman niye intihar etti?" diye sormadı ama kimse. İmam "Hakkınızı helal ettiniz mi?" diye sordu üç defa. Helal etti herkes sağolsun.
Namazdan sonra babam, kardeşim, dayım ve dedem tabutumu omuzlayıp cenaze aracına götürdüler. Kardeşim ve dayım arkaya tabutun yanına oturdular. Mezarlığa geldi araç. Tabutumu aldılar araçtan Babam ve kardeşim öne geçtiler. Herkes tabutu taşıyordu sırayla. Kardeşim vermedi yerini kimseye. Mezarımın başına getirdiler tabutumu. 1.40 derinliğinde 2 metre uzunluğundaki boş mezarı kefene sarılı cansız bedenim dolduracak ve üstüme toprak atılacaktı. Babam girdi mezara. Tabuttan kefenli cansız bedenimi çıkartıp ona verdiler. Bırakmadı bir süre kucağında benim cesedimle mezarın için de öylece kaldı. Dedem babamın omzuna dokunup "Hadi oğlum." dedi. Babam isteksizce mezarın içine bıraktı beni. Kendisi çıktı mezardan.
Herkes birbirine bakıyordu sanki ilk toprağı kimin atacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Dedem aldı küreği eline. Üstüme ilk toprağı atan o oldu. Sonra herkes toprak atmaya başladı. Kardeşim hariç. Sadece izledi defnedilişimi. Mezarımın üstü tamamen kapandıktan sonra dayım ordaki su satan çocuklardan su aldı. Mezarımın üstünü suladılar. Sonra imam son duasını etti benim için.
Herkes gitti sonra. Babam kardeşim dedem ve dayım kaldılar mezarımın başında. Kardeşim dizlerinin üzerine çöktü. O zamana kadar kendini tutan kardeşim orada bıraktı kendini ve mezarımın üstüne kapanarak ağlamaya başladı. Babam sakinleştirmeye çalışıyordu ama kendisi de ağlıyordu. Yaklaşık bir saat kadar daha kaldılar mezarımın başında. Sonra ise arkalarına baka baka gittiler oradan.
Gecenin karanlığıyla kalmıştım bir başıma . . .

24 Ekim 2015 Cumartesi

İçeriden Notlar (No: 15 Sevmek)



Sevmek hiçbir şey için yeterli değildir. Zaten sevmek başlı başına bir hatadır. Çünkü sevdiğiniz kişi tarafından sevilme ihtimaliniz %10 gibi küçük bir rakamdır. Genel de onlar kendilerini sevmeyen insanlara kullandırtırlar kendilerini ve bedenlerini. Siz geceler boyu onun hayaliyle yaşar ve resimlerine bakarken başkaları ise ondan faydalanıyor olur.
Ona ellerinizle yemekler yapabilir kimseye yapmayacağınızı düşündüğünüz güzellikleri ona yapabilirsiniz. Fakat bu hiçbir zaman hiçbir şeyi değiştirmez. Başkaları nasıl onu kullanıyorsa o da sizi kullanmaya başlar bir süre sonra. Kullanılmak kötüdür. Hele kullanıldığınızı bile bile kendinizi kullandırtmak daha da kötüdür.

20 Ekim 2015 Salı

İçeriden Notlar (No: 14 Yazmak)




Kimileri yardım isteyemez insanlardan. Onun yerine yazar. Çoğu yazar kendilerini yalnız hissettikleri için yazmaya başlamıştır. Kendilerini toplumdan soyutlamış ve üretmeye başlamışlardır. İnsanlara dert anlatmaktansa yazmayı seçmişlerdir. Yazmak onlar için bir kurtuluş yolu olmuştur.

Bazıları intihar edemez. Onun yerine eline kağıt ve kalem alır . . .

5 Ekim 2015 Pazartesi

Dünyayı Kurtaran Yalnız Süper Kahramanlar




Süper Kahramanların en büyük problemi hep yalnız olmalarıdır. Aklınıza gelen ilk Süper Kahramanlara bakın hiçbirinin anne ve babası yoktur. Çocukken tüm ailesini kaybetmişlerdir hepsi. Superman ile başlayalım. Ailesi gezegenleri Kripton yok olurken onu dünyaya göndermiş ve kendileri gezegenle birlikte yok olmuştur. Spider-man'in ailesine ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak öğrenemedim ama sonuç olarak onun da anne ve babası yoktu ve May Halası ve Ben Amcası büyütmüştü. Batman'in ailesi o daha küçükken gözlerinin önünde öldürüldü. Flash'ın annesi ise yine o çocukken öldü suç babasının üstüne kaldı. Anne mezara baba hapse. Bir yetim Süper Kahraman daha.
Süper Kahraman olabilmek için aranan ilk özellik anne ve babayı küçükken kaybetmiş olmak. En popüler Süper Kahramanlar ailesiz olanlardır. Çünkü insanlar da merhamet uyandırıyor onlar. "Bak görüyor musun hem yetim büyümüş hem de dünyayı kurtarıyor." kafasın da oluyor okur. Peki ya buna Süper Kahramanlar açısından bakarsak. Onlar nasıl hisler ve duygular için de.
Misal Spider-man. Ailesini kaybetmişti zaten. Güçlerini kazandığı anda da Ben Amcasını kaybetti. O da yetmedi sevdiği kızı, Gwen'i kaybetti. Süper Kahramanın ailesi çizgi romanlarda hep ölür ona hepimiz aşinayız. Ama sevdiği kızı öldürmek nedir ya? Sırf çizgi roman satışını arttırmak için bu yapılan hak mı yani? Yazık değil mi Spider-man'e?
Neyse konumuz o değildi. Ailelerini küçük yaşta kaybettikleri ve bu yüzden çok acı çektikleri için Süper Kahramanlar hep insanlara yardım etmişlerdir. İkili bir hayatı seçmişlerdir. Gizli kimliklerini kimseye söyleyemedikleri içinse hep yalnız kalmışlardır. Batman'in yanına bir Robin verilmesinin nedeni budur? Tamam bazı kesimler Batman aslında eşcinsel o yüzden yanında hep erkek çocuk dolandırıyor deseler de biz buna inanmayı reddediyoruz.
Süper Kahramanlar o kadar yalnız kalmışlardır ki, artık yazarlar buna bir son verme gereği duyup tek bir çatı altında topladılar. DC Comics bu çatıya Justice League dedi Marvel Comics ise Avengers dedi. Aslında ikisinin de ismi aynı olabilirdi. Mesela "Yalnız Süper Kahramanlar Derneği" veya "Dünyayı Kurtaran Yalnızlar Derneği". Tamam sonların da "dernek" kelimesi olmayabilir.
Peki neden yani niye hep yalnız olmak zorundalar? Dikkati dağılmasın diye mi? Mutlu ve kalabalık ailesi olanlar niye Süper Kahraman olamıyor? Bunun bir kitabı falan var da ona göre mi yaratılıyor bu Süper Kahramanlar? Kural 1: Aile yok. Kural 2: Mutsuz olmalı. Kural 3: Daima yalnız. Böyle bir şey var da ben bilmiyorsam bu tamamen benim ayıbım kabul ederim onu.
Birilerine yardım etmek için illa yalnız mı olmak lazım yani?

Kötüler için de bunlar geçerli. Onların da ailesi olmayacak ama çok zengin olacaklar. Niye çünkü kötülük zenginlerin yapabileceği bir şey. Dünyayı yok etmek için çok para gerekli çünkü. Adamlar da haklı. Mesela öyle çok zengin Süper Kahramanlar bir kaç tane var. Mesela Bruce Wayne (bilmeyenler için Batman) ve Tony Stark (yine bilmeyenler için Iron Man) gibi. Başka da bilmiyorum varsa yardımcı olabilirsiniz tabi. Oliver Queen (o da Green Arrow oluyor) var bir de ama dizi de zengin çizgi romanını okumadım hiç. Çünkü Türkçe Arrow basılmadı.
Kural 4'ü de buraya yazayım orta sınıf bir aileden gelmek. Zengin süper kahraman olunmaz saçmalamayın. Bir kaç adet istisna var sadece. Onun dışında olmaz olmamalı. Halktan olmalı Süper Kahraman. Bizden içimizden biri. "Seni biz yarattık." diyebilmeliyiz yeri geldiğinde.
Yalnız, mutsuz, yetim ve orta düzey de bir hayatınız varsa tebrikler sizde Süper Kahraman olabilirsiniz. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursanız Tony Amcanız (Iron Man'den bahsediyorum.) sizi ziyarete bile gelebilir.

1 Ekim 2015 Perşembe

İçeriden Notlar (No: 13 Konuşamamak)



Öyle gözlerinin içine bakıp konuşamam ben. Gözlerinin içine bakmasam da bir şey değişmez gerçi. Konuşmayı beceremiyorum ben. Ne kadar istesem de kafam da ne kadar kursam da olmuyor. Konuşamıyorum. Yazmaksa konuşmanın yerini almıyor hiçbir zaman. Sayfalarca yazabilirim sana, sayfalarca güzel söz söyleyebilirim ama gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" diyemem. Ben böyleyim işte ne yapayım. Gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" demektense yokluğuna alışmayı tercih ediyorum. Konuşamadığım için sensizliğe mahkum ediyorum kendimi.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Yalanlara İnanmaya İhtiyacınız Var




   Yalan, yalanlar hayatımızın gerçeği olmuş artık. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar lafı tam da şu zaman için çok doğru. Doğru söylemenin bir itibarı kalmadı. Yalan söyleyene itibar edip doğru söyleyeni kovalıyoruz. Neden peki? Çünkü yalanlara inanmaya ihtiyacımız var. Doğruları hepimiz biliyoruz, bildiğimiz şeyleri tekrar tekrar duymak istemiyoruz. Birinin bizi sevdiği yalanına inanmak istiyoruz, ülkenin durumunun çok iyi olduğuna inanmak istiyoruz, arkadaşlarımız olduğuna inanmak istiyoruz vs...
   Bizler artik doğruları görmek değil, yalanları duymak istiyoruz. Doğrular o kadar acı verici ki, yalanlarla avunmak istiyoruz. Sahte mutluluklarla avunuyoruz çünkü çok mutsuzuz. 
   Ama ben istemiyorum. Gözümün içine baka baka yalan söylenmesini istemiyorum. Acı doğrularım sizin yalanlarınızdan daha iyi. Sahte mutlulultansa hakiki mutsuzluğu tercih ederim. Bunun için de yalnız kalıyorsam hiç problem değil. Sahte kalabalıklardansa gerçek yalnızlığı tercih ederim. Varsın arayanım soranım olmasın, varsın yalnız öleyim hiç problem değil. Sabit durup yalan söylenmesini dinlemektense, yollar da hakikati öğrenmeyi tercih ederim. 

30 Ağustos 2015 Pazar

Paralel Evrenler




   Paralel evrenlere inanmanın en iyi tarafı "Hiç olmazsa birin de mutluyum" diyebilmek. Daha da iyi tarafı "Başka bir evren de birlikte mutluyuz" diyebilmek.
   Çizgi romanlar ve Einstein bana paralel evrenlere inanmayı öğretti. İyi ki de öğrettiler. Çizgi romanlarla beş yaşındayken tanıştım. Okuma bilmiyordum resimlerden çözerdim hikayeyi. Tabi paralel evren muhabbetini yıllar yıllar sonra öğrendim. İyi ki öğrendim. İyi ki gazeteler ben beş yaşındayken çizgi roman hediye etti. Şu an yirmi beş yaşındayım ve her çizgi roman alışım da aynı heyecanı yaşıyorum. Neyse konumuz çizgi roman değil paralel evren.
    Başka bir paralel evren de O'nun yerine beni seçmiş olabilirsin. Belki de beni seçtiğin için daha mutlu olursun. İkimiz de mutlu olabiliriz böylece.
   Belki de başka bir paralel evren de hiç karşılaşmadık. Sen yada ben hiç uğramadık buraya.
   Bir başka paralel evrende ise ben zaten hiç olmamışım. Çocukken bir hastalık geçirmişim yada babam olacak adam İzmir'e hiç gelmemiş, annemle tanışmamız ben de hiç varolmamışım.
   Niye bunları söylüyorum biliyor musun? Çünkü her ne kadar inancım yok desem de bunlara inanmaya ihtiyacım var. Belki de bunlar ayakta tutuyordur beni. Bir kara delik bulsam hiç düşünmeden atlarım içine bu nedenlerden dolayı.
   Belki de yanılıyorumdur. Belki de hiçbir paralel evren yoktur yada diğer milyonlarca paralel evrende de bir arada değilizdir. Hiç bir araya gelememişizdir. Hiç karşılaşmamışızdır. Bu evrende olduğu gibi diğer evrenlerde de mutsuzluktan geberiyorumdur.
   İnandığım şeyler de bir yerden sonra canımı yakmaya başlıyor.

16 Ağustos 2015 Pazar

Albay'a Açık Mektup



Merhabalar Albay'ım. Evet artık ben de size yazmaya karar verdim. Yazmak hep daha kolay oldu benim için. Hikmet gibi çok konuşamazdım ben zaten. Konuşmak bir insana ancak bu kadar yakışmazdı. Ben de o yüzden sustum ve yazdım Albay'ım.
Hikmet 'Benim de sevmeye hakkım yok mu?' diye sorduğun da yok demiştiniz. Peki ben Albay'ım, benim de mi sevmeye hakkım yok? Tabi ki yok. Benim ki de soru işte. Kusuruma bakmayın Albay'ım. Sevmeyi bilmiyorum her halde ben. Çünkü sadece sevmek yetmez, insan sevilmekte istiyor. Ve ben sevilmeyeli çok oldu Albay'ım.
Mektuplar yazdım beni sevsinler diye. Ama olmadı. Beni değil mektubumu sevdiler daha çok. Bir kağıt parçası kadar değerim yokmuş. İnsanın zoruna gidiyor Albay'ım. "Oğlum Uğur kağıt bile bir işe yarıyor, sen ne işe yararsın?" diyebilirsiniz. Haklısınız Albay'ım. Kağıt kadar ederim yok şu hayatta.
Olmayan bir şeyler var. Kimi sevsem, kime dokunsam zarar veriyorum. Benim sevgim iltihaplı. Hikmet'in o meşhur sözü haftalardır kulaklarım da; "Bilge beni ne yapsın?" Hatta beni kim ne yapsın Albay'ım?
İnsanların yüzlerini değil sırtlarını tanıyorum artık. Çünkü hepsinin gidişini uzun uzun izledim ve hiçbiri arkasına dönüp bakmadı. İnsanların yüzlerini görmeyi özledim Albay'ım.

28 Temmuz 2015 Salı

Siyah Beyaz Bir Geceydi




Her hangi bir şehir de her hangi bir bankta oturuyoruz. Saat ya gece yarısına varmak üzere yada gece yarısını geçiyor. Önümüz de bir sahil, bir göl belki de bir orman var. Gökyüzünde yüzlerce yıldız var gibi aynı zaman da yokta gibi.
Gözlerimin içine bakıyorsun bir an. Her şey anlamını yitiriyor işte o an. Her şey ve herkes durabilir. Zaman akışını kesebilir. Zaman dursa ve sen yüzlerce yıl gözlerimin içine baksan. Ama olmuyor. Zaman akmaya devam ediyor ve sen duymak istemediğim o cümleyi kuruyorsun. "Birlikte olmamız imkansız.". Neden diye soramıyorum. Çünkü sorarsam kuracağın daha kötü cümleler olduğunu düşünüyorum. "Peki." deyip susuyorum. Sen de susuyorsun. Sessizliğe gömülüyoruz.
Her hangi bir şehir de her hangi bir banktan kalkıyoruz. Saat ya gece yarısına varmak üzere yada gece yarısını geçti. Önümüz de bir sahil, bir bank belki de bir orman vardı. Gökyüzünde yüzlerce yıldız vardı belki de yoktu. Birbirimize sırtlarımızı döndük ve ters yönlere doğru yürümeye başladık.

14 Temmuz 2015 Salı

Mutlu Ol Yeter

Ne sevmesini biliyorum ben ne de vazgeçmesini.  Öyle boktan bir durum benimkisi. Ne seni unutabildim aradan yıllar geçmesine rağmen, ne de başka birini sevmeyi becerebildim. Ne yapacağımı bilemedim hiç. Sigarayı bıraktıktan sonra elimi nereye koyacağımı bılememek gibi bu.  Sana yazdığım ve senin okumadığın daha doğrusu okumayacağın kim bilir kaçıncı yazım bu? Kendimi şikayet ediyorum sana bu sefer. Yanlışlarımı bir bir anlatmak isterdim sana ben. Ama yapamıyorum. Tüm yanlışlarımı biliyorum da kelimelere dökemiyorum. Gözlerinin içine bakıp konusamadığım gibi. Senin gıtmenle beraber düştüğüm o kara delikte dönmeye devam ediyorum. İşin kötü yanı bu kara delik o hep hayalini kurduğum paralel evrene açılan bir kapı değil.  Çok mu saçmalıyorum sence? Okumayacağını bildiğim için saçmalama hakkını kendim de buluyor olmam gayet doğal bence., Niye gittin diye soramadığım gibi geri dön de diyemiyorum sana. Konudan konuya atlıyorsam kusura bakma ne olur. Tabiatım böyle benim az çok biliyorsun.  Kimseye kimseden bahsetmiyorum artık. Geçte olsa öğrendim bunu geçtiğimiz bir iki gün içinde. Kötü bir deneyimdi. Eğer görseydin kendini niye bu hale soktun deyip kızabilirdin. Peki bana kızmaya hakkın var mı? Kendini tamamen ulaşılmaz yaptın. Ne bir telefon ne bir adres hiçbir şey yok seninle ilgili elimde. Bu sekilde konuşarak sanki sana kötü şeyler yapmışım gibi bir his uyanıyor ben de. Ama yapmadım ki. Sen de biliyorsun bunu hem de gayet iyi biliyorum. Umarım bir yerlerde mutlusundur. Hep iyi olmak ne kadar kötü. Kızamıyorum bile sana. Mutlu ol istiyorum sadece. Ben değilim ama sen mutlu ol yeter. 

19 Mayıs 2015 Salı

Yörüngesini Kaybeden Bir Yıldız

 


   24 yaşında arkadaşları tarafından sevilen iyi ve güzel bir kızdı. Yerine göre çatlaktı. Derdini anlatmazdı. İçinde yaşardı acısını ve öfkesini. Belki de bu yüzden herkesden daha çabuk büyümüştü. Ciddi şeyler konuşmaktansa çatlak numarası yapmak ona daha iyi geliyordu.
   Hep bir derdi vardı kimselere anlatamadığı yada anlatmadığı. Anlatmadı ve onun yerine mutlu numarası. Mutlu olmayı o kadar çok istiyordu ki anlatacaklarının buna mani olmasından korktu.
Bir gün belki de hayatındaki ilk gerçek ve en büyük acıyı tattı. Bu hayat onun annesini aldı. Tarifi imkansız kelimelere sığmayan bir acıydı yaşadığı. O çatlak kız daha da büyüdü bunun üzerine.
Bağırmak ister insan böyle zamanlar da. Deli gibi haykırmak ister acısını. Yapamasa bile ister sadece. Sen de istedin mi bunu?
   Bunları sana konuşmayı beceremeyen ben yazıyorum. Benim meziyetlerim arasında konuşmak yok. Ama yazabilirim. İyi olmasa da yazabilirim ve öyle de yapıyorum. Sevdiği insanın gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" bile diyemem ben. Anlattım sana da biliyorsun zaten. Üzülme diyemem sana çünkü üzülmek verebileceğim en doğal tepki böyle bir durum da. Ama  seni seven insanlar hep yanında. Bazıları konuşamasa da.
   Tanrı'nın işine akıl sır erdiremiyoruz bazen. Ama ben hiçbir Tanrı'nın bir anneye zulmedeceğine inanmıyorum. Anneler bir şekilde çocuklarının yanında oluyor her zaman. Güven bana...

15 Mayıs 2015 Cuma

İçeriden Notlar (No 12: Acıyla Beslenmek)



Acıyla beslenmek diye bir gerçek var sanırım. Ben de o acıyla beslenenlerden biriyim. Çevremde mutlu insanlar görmeye dayanamıyorum. Yalnızken daha iyiyiz, yalnızlığımızla daha mutluyuz.
Peki ya Hitler? O da mı acıyla besleniyordu? Yani Yahudileri sırf beslenmek için mi öldürdü? Peki bizler de birer Hitler miyiz?
Bir nevi vampirler gibiyiz aslında. Tek fark biz kan yerine acı emiyoruz . . .