3 Aralık 2019 Salı

Kül Olan Umutlar 2



Ertesi gün Umut'un evine gittim. Belki içeride kurtulan bir iki parça bir şey vardır diye. Gördüğüm sadece küldü. Yıllardır yazdığı kitabından tek bir kelime bile kalmamıştı artık. Artık ne kitabı ne de gidecek bir yeri kalmıştı. Yıllardır hayalini kurduğu kitabı artık yoktu.
Gece boyunca gözünü hiç kırpmadı Umut. Uyuya kaldığında hava aydınlanmaya başlamıştı. Bunu biliyorum çünkü ben de hiç uyumadım. Eve gelir gelmez misafir odasına geçti ve tek kelime etmeden uyuyana kadar orda kaldı. Uyanık olduğunu devamlı duyduğum zippo sesinden anlıyordum. Sabaha kadar içtiği sigarayı sayamamıştım.
Kül olmuş evinin için de gezerken aslında bu olanların bir şaka olmasını diledim. Çünkü doksanlı yıllarda televizyonlardaki o kışkırtmalarla dolu şaka programlarına benziyordu bu yaşananlar. Her an bir yerden elinde kamerayla biri çıkıp gelecek gibiydi. Tabi ki kimse gelmedi. Yılların hayalini ve çalışmasını yok etmek için bir tek sigara izmariti yetmişti. Ufuk'un tam söndürmeden çöpe attığı o sigara izmariti hayalini kurduğu her şeyi kül etmişti. Hep böyle olmaz mıydı zaten, yıllarca çalış çabala ve her şeyin yıkılması için ufacık bir rüzgar essin.
Aradan iki hafta geçmişti ve bu zaman dilimi içerisinde Ufuk hiç konuşmadı. Gerekmedikçe odadan dışarı bile çıkmadı. O zipponun sesini duymasam evde olduğunu bile unutabilirdim çoğu zaman. Evleneceği kızın son hediyesiydi. Doğum günün de almıştı kendisine. Sonsuza dek sürecek olan bir aşk. Ufuk'un bilmediği şey ise ertesi gün akşam iş dönüşünde kızı yatağında başka bir adamla basacak olmasıydı. O günden sonra her şeyden elini ayağını çekti. Arkadaşlarını kendisinden uzaklaştırdı, bizi kendisinden uzaklaştırdı ve kariyerini bitirdi. Aradan geçen onca yıla rağmen o zippoyu yanından hiç ayırmadı. Sanırım abim acılarını yanında taşımayı seviyordu. Bu sayede ayakta durabiliyordu. Tabi buna ayakta durmak denebilirse.
Bir gün işten eve gittim ve evde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Ne zippo sesi ne de herhangi bir nefes alışverişi. Ölüm kadar sessizdi ortalık. Misafir odasına gittim ve sanki orada hiç Ufuk olmamış gibi derli topluydu. Aradım ama telefonuna ulaşılamıyordu. Çok üzerinde durmadım ben de. Gözüm masanın üzerinde duran bilgisayara takıldı. Masanın başına oturup bilgisayarı çalıştırdım. Temiz bir Word sayfası açtım. Kelimeler kendiliğinden dökülüyordu. Ufuk'u anlattım, bu yaşadıklarını, yangını, yaşadığı ihaneti her şeyi yazdım. Yazabildiğim kadar çok yazdım. Ufuk yapamamıştı ama ben yapmıştım. 286 sayfalık bir yazı yazmıştım. Bir kitap taslağı. Bir iki arkadaşı aradım ve kitap basıma hazırlandı. Altı ay sonra Ufuk'un adıyla yayınlanması gereken kitap benim adımla yayınlanmıştı.
Aradan neredeyse bir yıl geçmişti ve Ufuk'tan hala haber alamamıştım. Kitap satışları gayet iyi gitmişti ve üçüncü baskı için hazırlanıyordu. Bir akşam vakti evde otururken kapı çaldı. Gelen Ufuk'tu. Yine gözleri heyecanla parıldıyordu. Elinde benim yazdığım kendi hayatını anlatan kitap duruyordu. Daha içeri bile girmeden kapının önünde sarıldı bana. İyi görünüyordu traşlıydı giyimi de düzgündü. Kendini toparladığını düşündüm.
Birlikte içeri girdik. Kitabı çok sevdiğinden bahsediyordu. Çok iyi bir yazar olduğumu söylüyordu. Devamının gelmesini istiyordu. Konuşurken izledim O'nu. Kitaptakileri yaşayan kendisi değil de bir kurgu karakteriymiş gibi anlatıyordu. Buna nasıl katlandığını soracak oldum bir ara. Sonra vazgeçtim. O kadar heyecanlıydı ki bu anı bozmak istemedim.
Burdan gittikten sonra gördüğü ilk çöp kutusuna sigarayı ve zippoyu atmış. Neredeyse bir yıldır ne alkol ne de sigara kullanmamış. Eski işine geri dönmüş Ankara'ya yerleşmiş. Her şey yolunda gibiydi ikimiz için de. Yıllar sonra ilk defa abimle oturup abi kardeş gibi sohbet etmiştik sabaha kadar.

Hiç yorum yok: