18 Aralık 2018 Salı

UNUTMAK





Üçüncü şişe beyaz şarabımı açmış ve ilk kadehimi doldurmuştum. Kafamın güzel olmasına sadece bir kadeh kalmıştı ve onu da doldurmuştum. Küllüğüm izmarit doluydu. Yazmak için oturmuştum bilgisayarımın başına ama onun yerine iki şişe şarap ve onlarca sigara içmiştim. Geçen bunca zamana rağmen tek kelime bile yazamamıştım. Boş ekrana bakıp şarabımdan yudumluyordum. Camel Soft paketimden bir adet daha sigara çıkardım ve ağzıma götürdüm. Bir süre yakmadan bekledim. Bir şeylerin değişmesini bekledim yaklaşık bir otuz saniye kadar. Hiçbir şey değişmeyince Merve'den kalan (Ondan kalan son eşyamdı bu) çakmağımla yaktım sigaramı. Uzun bir nefes çektim ciğerlerime. Sanki tek ihtiyacım buymuş gibi. Mutfaktaki buzdolabından gelen ses dışında hiçbir ses yoktu evimde. Tek başına olmanın güzelliği mi yoksa korkunçluğu muydu bu tam emin olamadım. Sigaram yarıya gelmeden kadehim boşaldı. Boş kalmasına gönlüm razı olamayacağı için hemen doldurdum.
Sol tarafımda dağınık yatağım beni bekliyordu. Sigaram parmaklarımın arasında yatağıma baktım bir süre. Sabaha karşı girerdim yatağa hep ama son bir kaç gündür hiç uğramıyordum. Salondaki TV'nin karşısındaki koltuğumda sızıyordum, çizgi film izleyerek. Çizgi film izlemek sanki geçmişe gitmenin mümkün olabildiğini hissettirirdi bana. Sanki geçmişe gidince her şey düzelecekmiş gibi gelirdi. Ama biliyordum hiçbir şey düzelmez. Geçmişe de gitsen geleceğe de gitsen hep aynı sen olarak gideceksin. Sırtında kendini taşırken nereye yada hangi zamana gittiğinin hiçbir önemi yoktur aslında.
Parmaklarımın yanması beni olduğum zamana geri getirdi. Sigaram bitmişti ve yakabileceği bir şeyler arıyordu. En yakınında da onu tutan parmaklarım vardı. O anlık acıyla klavyenin üzerine düşürdüm izmariti. Her yer kül oldu. Tek dikişte bitirdim bardağımdaki şarabı ve hiç bekletmeden tekrar doldurdum. Ellerim titriyordu artık. Sarhoştum resmen. Bundan sonra içeceğim her kadeh sabah hatırlamayacağım şeyler yaptıracaktı bana. Bunu istiyordum.Sabah olsun ve her şeyi unutmuş olayım. Hiçbir şey hatırlamayayım. Öyle olmayacaktı maalesef. Sadece şu an yaptığım bir kaç küçük şeyi hatırlamayacaktım hepsi bu. Uzun süreli unutuşlara müsaade yoktu beynim de. Her boku hatırlamak zorundaydı çünkü. Özellikle de kötü olan her boku hatırlamak zorundaydı. Hep imreniyorum hafızasını kaybedenlere. Çünkü biliyorum hatırlamak benim lanetim.

5 Kasım 2018 Pazartesi

YOLDA




Ne zamandır yolda olduğumu hatırlamıyordum. Bir hafta, bir ay yoksa bir yıl mı? Bilemiyordum. Çantamda bir sürü anahtar vardı ama hangi eve ait olduklarını hatırlamıyordum. Dönebileceğim bir evim var mı ondan bile emin değildim. Ailemin yanında kendimi huzurlu hissetmediğim için kendi evime çıkmıştım. Sonraları fark ettim ki kendi evimde de huzurlu değildim.
Bir şeylerden kaçıyordum ama tam olarak neydi kaçtığım şey emin değildim o zamanlar. Yolda olursam kaçtığım şeyden kurtulabilirim gibi geliyordu eskiden. Meğer işin aslı öyle değilmiş. Bende çok sonraları öğrendim.
İnsan ne kadar uzağa giderse gitsin kendinden kaçamıyordu. Kendinden, geçmişinden, rüyalarından. En son deliksiz bir uykuyu ne zaman çektim hatırlamıyordum. En son ne zaman huzurlu hissettim hatırlamıyordum. Tüm bu kaçışlarım bir an için bile olsa huzuru bulabilmek içindi. Oysa tek bulabildiğim koca bir yok oluştu. Bulabildiğim tek şey kendi yok oluşumdu.
Gerekli olanaklar sağlanınca kendi yok oluşuna şahit olabiliyordu insan.

30 Ekim 2018 Salı

İçeriden Notlar (No: 24 İsyan)





Hakan'dan aldığım otu kullanarak ince bir cigara yaptım kendime. Kazandığım bütün parayı alkole, ota ve sigaraya yatırdığım zamanlardı. Gözlerimi açtığım gibi alkol almaya başlıyordum. İlk yudumum bazen bardakta kalan şarap oluyor bazen de şişenin dibinde kalan bira. İçlerinde alkol olduğu sürece hangisi olduğu zerre umurumda değildi. Öğlene doğru ilk cigaramı sarıp içmiş olurdum. Öğleden sonra duruma göre votka yada cin içmeye başlardım. Çünkü saatler ilerlediçe alkolun oranı artmalıydı ki ben de insanlara katlanabileyim.
Tüm gün içmem ile orantılı olarak tüm günü çalışarak geçiriyordum. Eve gittiğim de bir kaç kadeh daha içip sızıyordum.Uyumak demek zordu buna çünkü birden elektrikler kesiliyordu. Bir kaç saat sonra ise aynı rutini tekrarlıyordum. En fazla uyuyabildiğim süre zarfı dört saatti çünkü. Patronum uyumama bile izin vermiyordu. Hatta bir keresinde sabah 09:00'da dükkanı açıp ertesi gün sabah 07:00'de kapatmış ve yine aynı gün saat 09:00'da dükkanı yeniden açmıştım.
Tüm bu çalışma şartlarına rağmen yine de iş performansımdan memnun değildi kendileri. Yine bir gün uyumadan geçen çok uzun bir sürenin ardından yine memnun olmadığı performansımdan şikayet ederken "Sikerler böyle işi." diyerek dükkanı aniden terk etmiştim. Hatta  gece şehri terkmiştim. Terk etmek çok iyi gelmişti o zaman. Hatta o kadar hoşuma gitmişti ki bir daha asla bir yerde bir aydan daha fazla kalamadım.
Kimseye bağımlı değildim ben. Ben giderdim yeni birilerini işe alırdı. Her şey bu kadar basitti. Yeterli miktarda sigaram, otum ve alkolüm olduktan sonra her yer benimdi. Her sokak, her cadde, her sahil ve tüm gökyüzü.

21 Ekim 2018 Pazar

İçeriden Notlar (No: 23 Yeni İnsanlar)




Yeni insanlarla tanışmak hep korkutucu bir deneyim gibi gelmiştir bana. Çünkü tanışacağım yeni insanın acılarla beraber geleceğine inanıyorum ben. Biliyorum çok karamsar bir duygu, çok karanlık bir duygu ama inançlar zor değişir. Gerçi hala bir şeylere inandığımı görmek güzel.
Hayatına yeni birini almak demek onunla birlikte bir kaç kişiyi daha hayatınıza dahil etmeniz anlamına gelir. Size anlatacağı eski ve yeni bir sürü anı demektir ki bu da beyninizin gereksiz bilgilerle dolması anlamına gelir. İnsanlar yalnızlıktan şikayet ederler ama kıymetini bilmiyorlar aslında.
Yeni insanlar her zaman sıkıntılarla gelir. Kendi sıkıntılarını yanlarına alarak gelirler. Yeni insan demek yeni sıkıntılar demektir. Yeni problemler belki yeni acılar.

17 Ekim 2018 Çarşamba

İçeriden Notlar (No: 22 Mesafeler)



Mesafeler sevmeye engel değildir hiçbir zaman. Tam yanınızda duran insanla konuşamazken kilometrelerce uzaktaki birisine anlatırsınız derdinizi kimi zaman. Mesafeler sadece rakamlardan ve kelimelerden ibarettir. Kilometrelerce uzaktaki birinide sevebilirsiniz ondan nefrette edebilirsiniz.
Mesafeler hislere engel değildir.

12 Ekim 2018 Cuma

İçeriden Notlar (No: 21 Üzgün)




Çabuk bağlanıyorum ben. Birisiyle iki gün konuşayım üçüncü gün yokluğunu hissetmeye başlarım. Bazen sevmekle alışmayı birbirine karıştırıyorum. Ben kimseyi bırakıp gidemem o yüzden. Karşı tarafın da bana alışmış olabileceğini düşünürüm ve gidemem. Ama insanlar için gitmek çok kolay. Arkalarına bakmadan gidebilirler benden. Ben üzülürüm sadece. Üzülmek herhade bu dünyada yapabildiğim en iyi şey. Espiri yapıp gülerken bile üzgünümdür aslında.
Üzülmem için o an bir şey olmasına da gerek yok. Altı sene önce kaybettiğim dedemi hatırlaıp üzülebilirim. Para için beni yüzüstü bırakan kızı hatırlayıp üzülebilirim. Kaçırdığım fırsatları hatırlayıp üzülebilirim. Ama mutlu olamam. Çok kısa sürer mutluluklarım. Böyle anlık. Göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Mesela doksan gün mutsuz olup doksan birinci gün bir saatliğine mutlu olduğunu düşün. Sonra doksan gün daha mutsuz. O bir saatlik mutluluk için doksan gün beklemen gerekiyor. Benim durumumda ise zaten inancını kaybettiğin için o bir saatlik mutluluğu artık fark edemiyorsun. Çünkü doksan günü bir saat için beklemek bazı şeyleri kaybettiriyor insana. İnanmak gibi mesela.

25 Eylül 2018 Salı

İçeriden Notlar (No: 20 Kaybetmek)




"İnancını kaybetmişsin sen." dedi bana aniden. Kadeh elimde kalmıştı bir yudum daha alamamıştım rakımdan bu cümleden sonra. Ne dediğini çok iyi anlamış olsam da "Anlamadım." dedim. O da bal gibi biliyordu benim aslında ne anladığımı. Yıllardır sadece bazı geceler oturup rakı içerdik şöminenin başında. Beni belki de benden daha iyi tanıyordu. Saçını ve sakalını daha bilge bir görünüm yaratmak için uzatıyordu yıllardır. İşe yarıyordu da. Daha bilge biri gibi görünüyordu. Sadece ot içerken birazcık mala bağlıyordu.
- Gayet iyi anladın işte. Salak yapma bana. Dini açıdan söylemiyorum bunu. Bir şeylere olan inancını kaybetmişsin. Sanki güzel olacak şeyler seni terk etmiş gibi. Onlara olan inancını kaybetmişsin.
-Neye inanmam gerektiğini tam olarak bilemiyorum aslında Ufuk Abi. İçimde bir kara delik var sanki. Bütün güzel şeyleri yutuyor. Yada yutacak bir şey kalmadı artık.
-Uğurcum bunu sen kendi kendine yapıyorsun. O kara deliği yaratan senden başkası değil. Kendini böyle görmek istiyorsun. Umutsuz, mutsuz biri olmak istiyorsun. Daha gençsin belki de yolun başındasın. Bu yaşta bu karamsarlık seni hasta eder ileride.
- Şu anki halimden daha hasta olamam buna eminim. Sonuçta bu saydığın şeylerde bir hastalık.
-Bunu biliyorsun madem niye tedavi etmiyorsun kendini.
-Sanki mutlu olursam her şey daha anlamsız olacak gibi. Bu karamsarlığı seviyorum olayların kötü yanını görmeyi. Herkes gibi olmak istemiyorum. Sanki mutlu olursam hiç yazamayacakmışım gibi geliyor bana. Bunu biliyorum çünkü bir ara mutluydum ve tek kelime yazamıyordum.
-Beni yanlış anlamazsan bir şey söylemek istiyorum.
-Dinliyorum abi.
-Yazdıklarını senden başka kimse okumuyor aslında. Hatta sen bile yazdıktan sonra kontrol amacıyla bile okumuyorsun.
-Ben zaten birileri okusun diye yazmıyorum ki. Kendim için yazıyorum. Yazmak bir nevi terapi gibi. Rahatlatıyor beni. Özellikle şu aralar devamlı yazmak istiyorum. Kafam da milyar tane konu var sanki. Hangi birini yazacağımı şaşırıyorum bazen. Kitap okuyamıyorum ve film izleyemiyorum artık. Bir filmi açınca beş dakika olmadan sıkılıyorum. Aylardır kitap almıyorum elime.
-Peki bu kafandaki milyar tane düşünceden kaçını yazıyorsun.
-Milyar da birini sadece.
-Yazma işini de tam yapmıyorsun işte bahsettiğim konu bu. Herhangi bir noktaya odaklansan ve sadece o noktadan devam etsen tamam ama sen onu da yapmıyorsun. Hepsinden biraz biraz yapmak istiyor gibisin ama öyle olmuyor. Hayat bu şekilde işlemiyor. Bak aramız da on yaş var seninle. Benim bir oğlum var eski bir karım var. Burada bir iş yeri açtım kapattım. Zarar ettim tonlarca borç ödedim. Ama her defasında yeniden kalktım ayağa. Dibe vurmanın en iyi yanı ayağa kalkmaktan başka yapacak bir şeyinin kalmaması. Çünkü diyorsun ki bu son yani en dip burası. Daha dibe gidemeyeceğime göre ayağa kalkmam lazım ve kalkıyorsun.
-Tamam ama ben de öyle işlemiyor ki. Tamam diyorum burası işte. En dip nokta bu, daha dibe batamam diyorum. Sonra ne oluyor biliyor musun? Daha da çok dibe batıyorum. Ayağa kalkmak için çırpındıkça daha da dibe batıyorum.
-Çünkü sen kendini o dipten kurtarmak istemiyorsun.
-Bilmiyorum belki de bazılarımızın dipte kalması gerekiyordur. Neyse ne ya hadi vur.
Kadehleri alıp tokuşturduk. Sonra sessizce oturup şöminedeki ateşi izlemeye başladık.

20 Eylül 2018 Perşembe

Her Nerede Değilsem Orada Mutlu Olacakmışım Gibi





Kaç yıl oldu bilmiyorum. İşin aslı çok bilmekte istemiyorum. Yirmi sekizinci yaş günümdü. Sırt çantamı aldım ve çalıştığım işten ayrıldım. İşten çıkar çıkmaz gördüğüm ilk telefoncuya girip telefonumu elden çıkardım. Kimseyle konuşmak yada görüşmek istemiyordum. Aldığım en radikal karardı bu. En radikal ikinci kararım ise üniversiteyi üçüncü sınıfın ikinci yarı yılında bırakmaktı sanırım.
Aslında tam olarak kimden yada neyden kaçmak istemiştim bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyordum. Yıllarca okudum yıllarca çalıştım. Çalışırken fark ettiğim şey aldığım paranın hiçbir işe yaramıyor oluşuydu. İstediklerimi alamıyordum, istediklerimi yapamıyordum. Sadece faturalarımı ödüyor anneme para gönderiyordum. Yıllardır istediğim kamerayı bile alamamıştım. Ayın ortasına kadar bile idare edemiyordu beni aldığım maaş. O gün maaşımı aldım ve hiçbir faturamı ödemedim, anneme para göndermedim. Arayıp sormasınlar diye telefonumu bile elden çıkardım. Bilgisayarımı da satardım aslında ama  yazmayı seviyordum onunla.
Yıllarca ailemden kimseyle görüşmedim. Sırtımda çantamla otostop çekerek tüm ülkeyi dolaştım. Sokaklarda yattım, aç kaldım. Ailem nerede olduğumu yada ne yaptığımı bilmiyordu. Aynı şekilde bende onların ne yaptığını bilmiyordum. Onca yıl haber alamadıktan sonra ölü olduğumu düşünürler diyordum kendi kendime. Bilmiyorum belki de tahmin ettiğim kadar uzun zaman geçmemiştir aradan.
Ailenin insanın sırtında bir yük olduğunu söyler dururdum son çalıştığım yerdeki bir kadına. Saçmaladığımı düşünürdü. Ama ailesi yüzünden yıllardır evlenememiş kendi hayatını kuramamıştı bu kadın. Hala anne ve babasına bakıyor onlara aldığı evin taksitlerini ödediği için kendine vakit ayıramıyordu. Yine de benim kurduğum cümlenin saçma olduğunu söylerdi.
Kendimi hiçbir yere ait hissedemiyordum. Annemin yanına gittiğimde oraya ait değil gibiydim. Faturalarını ben ödüyordum o evin ama kendimi oraya ait hissedemiyordum. Babamın yanında da o aidiyet duygusunu hissedemiyordum. Kardeşim ise tek sıkıntı yaşayan insanın kendisi olduğunu düşünüyordu. Saçma sapan dertleri vardı. Saçının rüzgarda dağılması yada saç spreyinin bitmesi gibi çok çok büyük dertleri vardı kendisinin.
Özlediğim bir şeyler var mı emin değilim. Bir şeye özlem duymayalı ne kadar uzun zaman oldu onu da hatırlamıyorum. Bir şeye yada birine sevgi duyuyor muyum? İçimde birilerine verebileceğim sevgi kaldı mı? İçimde bir sevgi kalmadığı için mi bıraktım her şeyi geride?
Her şeyi bıraktım bir tek yazmayı bırakamadım hayatımda. Çokta iyi yazdığım için değil sadece yazmak beni rahatlattığı için. Kimi psikologa gider, kimi yemek yer, kimi ağlar bense yazıyorum. Birileri okusun diye de değil öyle yazmak için yazıyorum sadece. Yazamadığım zamanlar nefret ettiğim kendimden daha çok nefret ediyorum. Her şeyi geri de bırakmış olsam bile yazmak fikri bir nebze de olsa rahatlatıyor beni.
Baudelaire'ın dediği gibi; Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi  . . .

17 Eylül 2018 Pazartesi

Kül Olan Umutlar




Aslında abim aradığında biraz şaşırmıştım. Son görüşmemizde büyük bir kavga etmiştik. Tam altı ay önceydi. Hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu telefonda. Sesi çok heyecanlı geliyordu. Bana anlatması gereken önemli bir konu olduğunu ve hemen buluşmamız gerektiğini söylüyordu. Hiç istemesem de kabul ettim buluşma teklifini. "Harika bir saat içinde 645'te ol." dedi.
Abim Umut yaklaşık üç yıldır bir kitap üzerinde çalışıyor. Yazacağı bu kitabın tamamen hayatını değiştireceğini söyler dururdu hep. Yazmaya daha çok vakit ayırmak için işini bile bırakmıştı. Son buluşmamızdaki kavganın nedeni de işte buydu. Yine kitabıyla ilgili konuşmaya başlamış ve ben daha fazla dayanamamıştım. Bu saçmalığı kesmesini ve artık doğru düzgün bir hayat yaşamasını bir iş bulmasını söylemiştim. O ise bu söylediklerime çok kırılmış ve karşı atağa geçerek benden daha yüksek ses tonuyla konuşarak kendini savunmaya çalışmıştı. Konuşmasını bitirmesine bile izin vermeden ayrılmıştım yanından. Son görüşmemiz buydu. Ama şimdi sanki hiç kavga etmemişiz gibi buluşmak istiyordu.
İsteksizce de olsa pantolonumu ve gömleğimi giydim. Komodinin üzerinde ki BMW aracımın anahtarını aldım ve dışarı çıktım. Göztepe de oturuyordum ve Alsancak'a doğru yola koyuldum. Aracı uygun bir yere park ettim ve 645'e doğru yürümeye başladım. Mekana vardığım da Umut barın orda oturuyor  bira ve sigara içiyordu. İlk başta tanıyamamıştım çünkü altı aydır saç yada sakal tıraşı olmamış gibiydi. Yanındaki tabureye oturup "Naber?" dedim. "İyi iyi süper. Senden naber?" dedi. "İyi bende." diyerek karşılık verdim.
- Hala avukatlık işlerine devam mı?
- Evet bildiğin gibi. Ee konu ne?
-Hadi ama altı aydır konuşmuyoruz diye bu kadar soğuk olmana gerek yok. Sana bomba gibi bir haberim var.
- Dinliyorum.
- Kitap bitti.
Aslında bu duruma sevinmem lazımdı. Sonun da bu zırvalık bitmişti ve tekrar hayatına dönebilirdi. Hiç cevap vermeden boş boş yüzüne bakıyordum. Eskisinden daha fazla sigara içiyordu. Arka arkaya yakıyordu resmen sigaraları.
- En son ne zaman tıraş oldun sen?
- Cidden mi? Kitap bitti diyorum Cenk bu mu yani verdiğin tepki?
- Ne diyeyim kitapla bozmuştun kafayı yıllardır. Kaç sene oldu iki mi üç mü? Yıllardır doğru düzgün evden çıkmıyorsun. Bu kitap işi bittiyse artık normal hayatına dönebilirsin belki.
- Ben normalim zaten. Hata bende ki ilk seni arayıp sana haber veriyorum.
- Başka arayacak birilerin var mı ki? Bütün arkadaşlarını uzaklaştırdın kendinden.
- Öyle gerekliydi öyle yaptım. Neyse ne. Kitabı görmek ister misin?
- Yanında mı?
- Yok evde bıraktım. Ne olur ne olmaz başına bir iş gelmesin. Gel gidelim göstereyim sana.
- Bunu bugün yapmak zorunda mıyız?
- Hadi ama abinim ben senin. Sözümü dinle.
- Tamam ama araba da sigara içmek yok.
- Hiç sorun değil.

Hesabı ödedim ve mekandan çıktık. Çocuk gibi heyecanlıydı Yazdığı bir metinden değil de sanki çocuğundan bahsediyor gibiydi. Anlam veremiyordum. Belki de yazmayı sevmediğim içindir. Umarım üç yılını çöpe attığına değer diye düşünüyordum onun evine doğru giderken. Evin sokağına girdiğimiz de büyük bir kalabalık vardı. Bir sürü de alev.
Arabadan ,inip kalabalığı yararak ilerlemeye başladık. Alevler Umut'un apartmanından geliyordu. Onunki dahil üç daire tamamen alevlere teslim olmuş durumdaydı. İtfaiye hortumlarla yangını söndürmeye çalışıyordu. Alevleri izlerken bir ara Umut'a baktım ama yanımda değildi. Etrafıma bakınırken evinin karşısındaki kaldırıma oturmuş sigara içerken gördüm onu. Alevleri izliyordu. Gözleri dolmuştu. Yıllardır uğraştığı gece gündüz emek harcadığı çalışmasını alevler almıştı. Hemde geri vermemek üzere.
İtfaiye yangını söndürüp kalabalık dağılana kadar orada oturduk tek kelime etmeden. Kül olmuş evine bakıyorduk artık Umut'un. Sigara üstüne sigara yakıyordu. Son bir gayretle tebessüm etti ve "Büyük ihtimal hiç satılmazdı zaten." dedi. Tebessüm ederek karşılık verdim. Elimi omzuna koyup "Hadi kalk bize gidelim. Misafir odam hala boş." dedim. "Zaten senin neden misafir odan var ki?" dedi. "Bilmiyorum." dedim. Kalktık ve uzaklaştık oradan.

3 Eylül 2018 Pazartesi

Ucuz Beyaz Şarap




Aylar sonra tekrar konuşmaya başlamıştık. Herhangi bir şey olacağından değil ama son bir defa "seni seviyorum" dediğini duymak istemiştim sanırım. Alsancak'ta bir barda buluştuk. Ben gittiğim de orada beni bekliyordu. Karşısındaki sandalyeye oturdum. Bira içiyordu ben de bir tane bira söyledim. Havadan sudan şeylerden konuştuk yarım saat kadar. Sonra eve geçmeyi önerdi bende olur dedim. Kipa'ya uğrayıp iki şişe beyaz şarap ile kavun-çilek aromalı soda aldık. Her zaman içtiğim marketteki en ucuz beyaz şaraptı. Poşetleri aldık ve evin yolunu tuttuk.
Evi Alsancak'taydı. Yürüme mesafesinde. Eve varınca hemen odasına geçtik. Bilgisayarından müzik açtı. Şarapları doldurdu. Müzik dinleyip şarap içtik yaklaşık iki saat kadar. O şarabı yıllardır içmeme rağmen tadı hiç bu kadar güzel gelmemişti.  Aynı koltukta yan yana oturuyorduk. Bir ara dolabına astığı takılara takıldı gözüm. Doğum gününde aldığım kolye de oradaydı. Mutlu olmuştum. Hatta odadan çıktığı bir arada gizlice fotoğrafını bile çekmiştim.
Odaya tekrar geldiğinde yanıma oturdu. Başımı omzuna koydum. "Ne oldu?" diye sordu, "Hiç" dedim. Tam karşımızda duran aynadan o halimize baktım bir kaç saniye. O ise bardağıyla oynuyordu. "Neyse" dedim içimden. Hava kararmış akşam olmuştu. Gitmek için kalktım. Kapıya kadar eşlik etti. Kapının yanında duran çantamı aldım. Tekrar görüşelim dedik birbirimize. Dostça yanaklarımızı birbirine değdirdik. Arkamı dönüp merdivenleri inmeye başladım.  O da kapıyı kapattı.
Kapıyı kapattığı anda bir daha görüşmeyeceğimizi biliyorduk ikimizde. Son defa vedalaşmıştık. Bana direkt "seni seviyorum" dememişti bu sefer ama o dolapta duran kolye yetmişti bana. O şarabı alıp içmeye devam ettim ama hiçbir zaman aynı tadı bulamadım. Kavun-çilek aromalı sodayı da bulamadım zaten bir daha.

19 Ocak 2018 Cuma

Yine Yazamadım




     Elime geçen ilk ve belki de son fırsatta işin içine etmek üzereydim. Durmaksızın yazmam gerekirken kelimeleri bile zar zor birleştiriyordum cümle kurmak için. Türkiye'nin en büyük yapımcılarından biri benden proje beklerken ben yazamıyordum. Tam zamanını bulmuştum yazamamak için. Kenimi o kadar çok zorluyordum ki insanlar benim sayfalarca yazı yazdığımı düşünüyordu. Ama gerçek çok farklıydı. Bir sayfa evet bir sayfayı bile zar zor bitirebilmiştim.
     Kafayı yemek üzereydim bilgisayarın başında. Başrolünde olduğum yada öyle zannettiğim hikayeme ilk defa mutlu son şansı gelmişti. Peki ben ne yapıyordum, her zaman ki gibi işler ciddiye binince bok ediyordum. Elime geçen bu son fırsatı resmen kendi salaklığımla geri çeviriyordum. Bana bir mucize lazımdı ve o da kısa bir süre içerisinde geleceğe benzemiyordu.