30 Temmuz 2011 Cumartesi

Donkey Hero


Kerem için sıradan bir gündü. Her zamanki gibi arkadaşlarıyla uzun eşşek oynayarak vakit geçiriyordu. 16 yaşındaydı. Okulla birlikte geziye gideceklerdi. Hayvanların doğal yaşam alanlarına bakmak için. Gezi başlamıştı ve Kerem'in dikkatini bir eşşek çekti. Eşşeğin yanına gidip onu uzun uzun inceledi. Daha sonra eşşeğin arkasına geçerek hayvanın kuyruğuyla oynamaya başladı. Hayvan sıkılmış ve kızmıştı dayanamayarak Kerem e arka ayaklarıyla çifte atarak "eşşek tepti" terimini Kerem'in üzerinde gerçekleştirdi. Kerem 1 aylık komanın ardında kendine gelmişti. Gözlerini hastanede açtı.
Bu olayın ona verilmiş bir işaret olduğunu düşünüyordu.

-Bu eşşek beni boşuna tepmiş olamaz. Bunun altında kesin birşeyler var. diye düşünmeye başladı.

O anda aklına spider-man geldi. Onuda bir örümcek ısırdıktan sonra süper kahraman oluyordu. Batman ise yarasa saldırısından sonra bat-man olmuştu. "Peki ya bende niçin böyle olmasın" diye düşündü. Hemen kendine bir süper kahraman ismi bulmalıydı. 2 hafta düşündükten sonra kendisine DONKEY HERO ismini seçti. Bu artık onun süper kahraman ismiydi. Süper kahramanların birde kostümü olmalıydı. Kendine bir kostüm tasarladı ve mahalle terzisine gitti. Terziye bu tasarımları gösterince:

-Kerem sen mal mısın olm?

-Niye abi işte on numara kıyafet.

-Olm tayt var la bunda ibne misin sen?

-Abi ne alakası var ya. Sen yap şunu sadece.

-Olm şimdi benim senden vücut ölçülerini falan almam gerekiyor ama sana değince böyle içinde bişeyler kıpraşmasın. Erkek dokunuyor bana düşüncesiyle.

-Abi saçmalama ya. Gel ölçü mü alıyon ne alıyorsan al ya.

-Bak herhangi bir hareketlenmede valla çok pis yaparım ha.

-Tamam abi ama hadi yap şu işi artık ya.

Kostüm işi de tamamdı. Artık kendisini tanıtması gerekiyordu. Halkın onu tanıması lazımdı. Süper kahraman kıyafetlerini giydi ve hemen kendi fotoğrafını çekip bir facebook hesabı açtı.

Sıra göreve gelmişti. Bir süper kahramana yakışır bir görev olmalıydı. Kıyafetlerini giyip sokağa çıktı. Görenler deli zannedip pek aldırış etmediler. Ama olsun süper kahraman olmak kolay birşey değildi ve Kerem bunu biliyordu. Yürümeye devam etti kendisine göre bir iş mutlaka olmalıydı. Bir ara sokaktan geçerken bir kadının çığlığını duydu. Hemen o karanlık ara sokağa girip kadını kurtarmalıydı. Ara sokağa girdi. Bir adam kadına bıçağını doğrultmuş ondan tüm parasını istiyordu. Donkey Hero hemen müdahele etti:

-Hey sen?

-Sende kimsin lan. Bu hal ne böyle karı gibi tayt giymişsin.

-Ben Donkey Hero. Kötülerin düşmanı iyilerin dostu genç kızların düşlediği süper kahramanım.

-Senden olsa olsa palyaço olur.

-Seni sadece bir defa uyarıcam. Şimdi kızı rahat bırakırsan seni bağışlarım.

-Ne diyon la sen dingil. Gel buraya neler yapabiliyorsun görelim.

Donkey Hero korkusuz bir şekilde hırsızın üstüne yürüyordu. Hırsız ani bir hareketle bıçağını bizim süper kahramana sapladı. Onu oracıkta 15 yerinden bıçaklayarak öldürdü. Ertesi gün gazetelerin üçüncü sayfalarında Donkey Hero yer alıyordu.
"Eşcinsel genç fantazi kurbanı." Artık şöhrette olmuştu. Gerçi o bu şekilde olsun istememişti ama olsun. Sonuçta artık tüm ülke onu tanıyordu...

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Daha İyisine Layıksın...


Büyük bir kavga etmiştik ogün kız arkadaşımla. Ayrılmak istedi. Sanırım o anki sinirimle "asla mutlu olamayacaksın" dedim ona. "Hayatına yeni birileri girecek ama sen mutluluğu kendine yakıştıramadığın için mutlu olamayacaksın" dedim. Bunları söylerken gerçekten ciddi değildim. Sadece gitmesi istiyordum. Giderken benden nefret etmesini ve beni hatırlamamasını istiyordum çünkü. Onun mutluluğunu benden daha çok isteyecek hiç kimse olamazdı.
Ogün ayrıldık. Hayatına yeni birisinin girdiğini öğrenmiş yıkılmıştım. Herşeyi unutana kadar içiyordum. Sadece içiyordum. Bu eylemin hafızamı sileceğini düşünüyordum. Ve hiç ummadığım bir akşam telefonum çaldı. Kız arkadaşlarımın evindeydim. 4 kız ve 1 ben oturuyorduk. Ogün hiç içmemiştim. Telefon gelene kadar. Arayan oydu. Sesini duyduğum da kendimi ölecekmişim gibi hissettim. Ölmediğim için halen pişmanım. Mutfağa gittim.

-Selam dedi.

-Selam.

-Nasılsın?

-Teşekkür ederim. Sen nasılsın?

Nefesim kesilmiş gibiydi. Kalbimde bir ağrı vardı. Sanırım kalp krizi geçirmek üzereydim.

-Bende iyiyim sağol. dedi. Bir kaç saniyelik bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan oydu.

-Sesini duymayı bile özlemişim.

Sanırım bu son darbeydi. Artık ölebilirdim. Ölmem lazımdı. Ama olmadı.

-Erkek arkadaşın napıyor? dedim. Sitem vardı ve o bunu anlamıştı.

-Biz ayrıldık. Dediğin gibi ben asla mutlu olamıycam. Mutluluğu haketmiyorum.

-Böyle konuşma. Doğru kişiyi bulursun elbet.

-Doğru kişi sendin ve ben seni kaybettim.

Eğer bu cümleyi daha önce duymamış olan varsa o an yaşadıklarımı asla anlayamaz. Ömrümün en az 5 yılı gitmişti. Ama bu sözü duymaya değerdi.

-Öyle söyleme. dedim. Mutlaka benden iyisini bulacaksındır.

Asla istediğim şey değildi bu. Benden iyisini neden bulasın ki. Ben varken niye bir başkasını bulmanı istiyim.

-Ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Hoşçakal. Kendine iyi bak. Sigarayı da bırak. dedi.

"Hoşçakal" dedim sadece. söyleyebileceğim başka birşey yoktu çünkü. Telefonu kapattıktan sonra hemen o evden uzaklaştım. Biralarımı alıp sahile indim. Böyle zamanlarda denizin falan bi boka yaradığı yok. Hüznünü falan almıyor yada seni kendini daha iyi hissetmene yaramıyor. Sadece içecek uygun bir yer orası böyle zamanlarda.
O eve bir daha hiç gitmedim. O günden sonra onunla bir daha hiç konuşmadım. Sanırım kendine en uygun erkeği bulmuştu. Ben alkolü azaltmıştım ama bırakmamıştım. Artık sarhoş olamıyordum sadece. Kısacası hayatım boka sarmaya devam etti.

26 Temmuz 2011 Salı

Ölü ve Mutlu


Herzaman olduğu gibi yine alarmı çalmadan beş dakika önce uyanmıştı. Saat 07:55 ti. Kalktı yatağında oturdu. Beş dakika sonra alarmı çaldı. Alarmı kapatıp ayağa kalktı. Elini yüzünü yıkadı. Aynaya baktı "bugün bu yalnızlık bitiyor" dedi. Elini yüzünü kuruladıktan sonra mutfağa gidip kendisine sert bir kahve yaptı. Neden erken kalktığı konusunda hiçbir fikri yoktu aslında. Gidecek bir işi yoktu. Günde sadece bir saat bilgisayarının başında oturarak kazanıyordu parasını. Ne doğru düzgün bir arkadaşı olmuştu şimdiye kadar ne de doğru düzgün bir ilişkisi. 25 yaşındaydı. Her zaman yalnız kalacağını düşünürdü ama bunun bu kadar çabuk olacağı hiç aklına gelmemişti. 8 yıl ilkokul 4 yıl lise ve 4 yılda üniversite okumuştu ama arkadaşım diyebileceği kimse yoktu. Yalnız mutlu gibiydi yada çevresini böyle iyi olduğuna inandırmıştı.
Kahvesini yudumlarken salona geçti ve televizyonu açtı. Haberler hep aynıydı, reklamlar aynıydı, sabah programları aynıydı. "25 yılda değişen hiç birşey olmaz mı?" diye sordu kendine. Cevabını bildiği bir soruydu bu. Televizyondan çabuk sıkıldı ve kapatıp bilgisayarını açtı. Orası da çok farklı değildi aslında. Sosyal arkadaşlık sitelerinde yüzlerce arkadaşı vardı. Ama hiç biriyle samimi değildi. Konuşmuyordu bile onlarla. Neden hala bu sitelerde dolandığını da bilmiyordu. Hayatı hep cevapsız sorularla doluydu. Ailesini bir trafik kazasında kaybetmişti bundan 3 yıl önce. Sanırım herşey o zaman ters gitmeye başladı onun  için. Yas tutmadı ve hiç ağlamadı. Tüm acısını içine attı asla dışa vurmadı. Buda onu daha öfkeli ve daha yalnız biri haline getirdi. Kimseyle yakın olmamasının nedeni acı çekmek istemediği içindi. Çünkü biliyordu insanlar birbirlerinin canını yakardı sadece.
Saate baktı daha 08:30 du saat. "Zaman geçmiyor." dedi. Aklında birşey vardı sanki. Birşeyler planlamış gibiydi. "Bari şu işimi yapayım" dedi. İnternetteki o işini yapmaya başladı. Aradan bir saat geçti ve "işte bitti" diyerek kalktı bilgisayarın başından. En sevdiği yıllardır takip ettiği dizinin son bölümü yayınlanmıştı birgün önce. Çok uykusu olduğu için izleyememişti ama kaydetmişti bölümü. Dizideki baş kahramanı hep kendine benzetirdi. Adam yalnızdı ve acı çekiyordu, hiç arkadaşı yoktu. Diziyi izlemeye başladı. Dizinin finalinde baş kahraman intihar ediyordu. Yalnızlık ve acı onu bunu yapmaya zorlamıştı. "Sonunda" dedi, "sonunda kaderim çizildi" diyerek yatak odasına gitti. 2 yıl önce aldığı tabancayı çıkardı çekmeceden. Hiçbir tereddüt yoktu içinde bunu yapmaya kararlıydı. Şakağına dayadı silahı "hoşçakal yalnız hayatım. Seni kendinle başbaşa bırakıyorum. Kendine iyi bak." Gülümsüyordu. Gülerek bastı tetiğe. Ben kazandım der gibiydi. Büyük bir savaş kazanmış komutan edası vardı. Onun için bitmişti herşey.
Ceseti üç hafta sonra bulundu. Komşular kokudan rahatsız olup polisi aradılar. Polis adamı tutuklamak için gelmişti ama karşılaştığı manzara onları şok içinde bıraktı. Ceset çürümek üzereydi üzerinde bir sürü sinek uçuyordu. Ama adam hala gülüyordu. Ölüydü ve mutluydu....

18 Temmuz 2011 Pazartesi

hep mutlu oluncak diye bir kural yok

Sahilde bir bankta oturuyoruz. Saat akşam sekiz gibiydi.
-Neden? diyorum. Neden olmaz?
-Mutsuz oluruz. diyor.
-Mutsuz olalım hep mutlu oluncak diye bir kural yok ki, bizde mutsuz olalım olmaz mı?
Yüzüme sevgiyle ve acıyarak baktı bunları söyleyince. İçinde ufacık bişey olur diyordu sanki. Dene ne olacak sanki diyordu ona. Ama o buna tamamen karşı koyuyordu. Onun denemek gibi bir niyeti yoktu yada beni sevmek gibi.
O an en çokta o an ölmek istemiştim aslında. Gözlerinin içine bakıyordum belki birşey söylerdi. Olumlu yada olumsuz ne fark eder sadece birşeyler söylemeliydi çünkü bu sessizlik bitiriyordu beni.
-Yapamam. dedi. Sen mutsuz olmaya razı olabilirsin ama ben değilim ve biliyorum seninle mutlu olamam ben. Seni sevmem yada sevmemem birşeyi değiştirmezdi inan bana. Mutlu olamazdık biz. Sen aşırı ülkücü bir genç ben ise davamda sonuna kadar mücadeleci bir kominist gibiyiz biz. Birleşmemiz imkansız. Seni sevmem imkansız. Affet beni. Biliyorum sen kendini asla affetmedin o yüzden bu ismi kullanıyorsun ama bu kez sadece benim affetmeyi dene kendini. Hoşçakal.
Bunları söyledi ve gitti. Arkasından baktım sadece. Sadece bakmak bile çok acı vericiydi. Atmak iatedim kendimi denize. Ama yapamadım. Sadece gittim. Onun gittiği yerin tam tersine. "Hoşçakal" dedim sessizce kalkarken. "Bir daha görüşmemek üzere kendine iyi bak..."

15 Temmuz 2011 Cuma

zotriks


İçimden bi ses yazmam gerektiğini söyledi. Ama ne yazacağım konusunda hiç bir fikrim yok. Her yazdığım yeni yazıda sanki bir öncekini tekrar ediyormuş gibi hissediyorum.
Telefonum bugünde çalmadı. Sen ise o aramayanlardan biriydin yine. Devamlı bi arayış içindeyim sanki.  Matrix filmindeki Neo gibi hissetmeye başladım artık kendimi. Sanki bilgisayar açıkken Trinity bana beyaz tavşanı takip et yazacak. Daha sonra Morfeus gelip elindeki iki hapla seç birini diyecek mavi mi yoksa kırmızı mı? Trinity hayatımın kadını olacak Morfeus benim hocam vs vs vs... Ama benim hikayemde bu şekilde gelişemezdi olaylar.
Uğur bilgisayarın başında gene birşeyler ararken kendinin bile bilmediği birşeyleri ararken o esnada msn den birisi sohbet açar. Nikide crazy girl 35. Bu crazy girl s.a. diye konuya girer. Tabi ben şaşkın ve karizmatik bir şekilde ekrana bakıp kimsiniz? diye soracağım. O ise benim kim olduğumum bir önemi yok. Esas olan senin ne aradığın. Tabi bu böyle konuşunca ben etkilenmiycem saçma sapan konuşma la. diyip tersliycem. O ise tüm soğukkanlılığıyla kolunda sepet olan adamı takip et diyecek. Benim tabi asabım bozulacak ve bilgisayarı kapatıp televizyonu açmaya yeltenmişken kapı çalacak. Ve işte o an şok olacağım. Çünkü gelen kolun sepeti olan kapıcıdır. Çöp var mı abi diye soracak. Bende yok diyip devam edeceğim. Çöp toplamaya sepetle mi çıkıyon la sen diyeceğim. Abi çıkartmayı unutmuşum diyecek oda bana. Daha sonra ben bizim kapıcıyı takip edeceğim. Meğer bizim kapıcı alemciymiş her gece meyhaneden çıkmazmış. Meyhaneye girince bir kız beni karşılayacak ve her zaman kızların suratına mı kapatırsın msn i diyecek. Ben şaşkınlıkla Crazy girl 35 diyeceğim. O da bana: hayatına bir anlam katmak istiyorsun ama bunu bulamıyor musun, bir değerinin olduğunu düşünmüyor,her gece uyku problemi mi çekiyorsun? Bunları nerden biliyorsun demeye kalmadan bana bir kart uzatacak ve yarın saat 15:00 te burda ol diyecek. Kart ise bir muayenehanenin kartı özel bir doktorun muayenehanesi. Bu saçmalıkta neyin nesi derken içim içimi yiyecek ve ertesi gün saat 15:00 te orda olacağım. Doktorun sekreteri tabiki de bizim crazy girl. beni hemen muayenehaneye alacak. O sırada doktor gelecek. Kel topsakalı olan hafif kilolu bir adam. Bana iki tane hap uzatacak sabah akşam iç hiç birşeyin kalmayacak deyip beni geri yollayacak.
Tabi daha sonra öğreneceğim doktorun hastaların dikkatini çekmesi için uyguladığı yeni bir yöntem. Zaten muayenehaneden çıkarken 150 tl muayene ücretini benden isteyince anlamıştım herşeyi. Bir daha görüşmemek üzere diyerek ordan ayrıldım ve evime bilgisayarımın başına oturdum tekrar.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

eksik

Bir eksiklik var hayatımda. Ne olduğunu hala bulamadım bulacağımdan da emin değilim. Ne yapmam lazım bilmiyorum ki. Gecenin bu saati şeftali aromalı soğuk çayımı içerken internette oluşturduğum bu şeyin bana yardımcı olmasını umuyorum. Ki bütün yazılarımı da tek bir kişi için yazıyorum.
Ne olmalı mesela hayatımda. Ne değişmeli, ne yaparsam beni mutlu eder? Alışveriş yapmak işe yaramıyor, kuaföre gitmekte bir işe yaramadı saçımı sokmadığım şekil kalmadı. Kadınlar bunları yaparak nasıl mutlu oluyor. Bunlar nasıl işe yarayabilir ki?
Sanki üzerime kilolarca zift dökülmüş gibi kimseye karşı hiç bir şey hissedemiyorum. Nasıl düzeleceğimi hiç bilmiyorum. 3 yıl önceki halime nasıl döneceğimi bilmiyorum ve bu belirsizlik beni deli ediyor. Sanırım delirmek üzereyim.