25 Eylül 2018 Salı

İçeriden Notlar (No: 20 Kaybetmek)




"İnancını kaybetmişsin sen." dedi bana aniden. Kadeh elimde kalmıştı bir yudum daha alamamıştım rakımdan bu cümleden sonra. Ne dediğini çok iyi anlamış olsam da "Anlamadım." dedim. O da bal gibi biliyordu benim aslında ne anladığımı. Yıllardır sadece bazı geceler oturup rakı içerdik şöminenin başında. Beni belki de benden daha iyi tanıyordu. Saçını ve sakalını daha bilge bir görünüm yaratmak için uzatıyordu yıllardır. İşe yarıyordu da. Daha bilge biri gibi görünüyordu. Sadece ot içerken birazcık mala bağlıyordu.
- Gayet iyi anladın işte. Salak yapma bana. Dini açıdan söylemiyorum bunu. Bir şeylere olan inancını kaybetmişsin. Sanki güzel olacak şeyler seni terk etmiş gibi. Onlara olan inancını kaybetmişsin.
-Neye inanmam gerektiğini tam olarak bilemiyorum aslında Ufuk Abi. İçimde bir kara delik var sanki. Bütün güzel şeyleri yutuyor. Yada yutacak bir şey kalmadı artık.
-Uğurcum bunu sen kendi kendine yapıyorsun. O kara deliği yaratan senden başkası değil. Kendini böyle görmek istiyorsun. Umutsuz, mutsuz biri olmak istiyorsun. Daha gençsin belki de yolun başındasın. Bu yaşta bu karamsarlık seni hasta eder ileride.
- Şu anki halimden daha hasta olamam buna eminim. Sonuçta bu saydığın şeylerde bir hastalık.
-Bunu biliyorsun madem niye tedavi etmiyorsun kendini.
-Sanki mutlu olursam her şey daha anlamsız olacak gibi. Bu karamsarlığı seviyorum olayların kötü yanını görmeyi. Herkes gibi olmak istemiyorum. Sanki mutlu olursam hiç yazamayacakmışım gibi geliyor bana. Bunu biliyorum çünkü bir ara mutluydum ve tek kelime yazamıyordum.
-Beni yanlış anlamazsan bir şey söylemek istiyorum.
-Dinliyorum abi.
-Yazdıklarını senden başka kimse okumuyor aslında. Hatta sen bile yazdıktan sonra kontrol amacıyla bile okumuyorsun.
-Ben zaten birileri okusun diye yazmıyorum ki. Kendim için yazıyorum. Yazmak bir nevi terapi gibi. Rahatlatıyor beni. Özellikle şu aralar devamlı yazmak istiyorum. Kafam da milyar tane konu var sanki. Hangi birini yazacağımı şaşırıyorum bazen. Kitap okuyamıyorum ve film izleyemiyorum artık. Bir filmi açınca beş dakika olmadan sıkılıyorum. Aylardır kitap almıyorum elime.
-Peki bu kafandaki milyar tane düşünceden kaçını yazıyorsun.
-Milyar da birini sadece.
-Yazma işini de tam yapmıyorsun işte bahsettiğim konu bu. Herhangi bir noktaya odaklansan ve sadece o noktadan devam etsen tamam ama sen onu da yapmıyorsun. Hepsinden biraz biraz yapmak istiyor gibisin ama öyle olmuyor. Hayat bu şekilde işlemiyor. Bak aramız da on yaş var seninle. Benim bir oğlum var eski bir karım var. Burada bir iş yeri açtım kapattım. Zarar ettim tonlarca borç ödedim. Ama her defasında yeniden kalktım ayağa. Dibe vurmanın en iyi yanı ayağa kalkmaktan başka yapacak bir şeyinin kalmaması. Çünkü diyorsun ki bu son yani en dip burası. Daha dibe gidemeyeceğime göre ayağa kalkmam lazım ve kalkıyorsun.
-Tamam ama ben de öyle işlemiyor ki. Tamam diyorum burası işte. En dip nokta bu, daha dibe batamam diyorum. Sonra ne oluyor biliyor musun? Daha da çok dibe batıyorum. Ayağa kalkmak için çırpındıkça daha da dibe batıyorum.
-Çünkü sen kendini o dipten kurtarmak istemiyorsun.
-Bilmiyorum belki de bazılarımızın dipte kalması gerekiyordur. Neyse ne ya hadi vur.
Kadehleri alıp tokuşturduk. Sonra sessizce oturup şöminedeki ateşi izlemeye başladık.

20 Eylül 2018 Perşembe

Her Nerede Değilsem Orada Mutlu Olacakmışım Gibi





Kaç yıl oldu bilmiyorum. İşin aslı çok bilmekte istemiyorum. Yirmi sekizinci yaş günümdü. Sırt çantamı aldım ve çalıştığım işten ayrıldım. İşten çıkar çıkmaz gördüğüm ilk telefoncuya girip telefonumu elden çıkardım. Kimseyle konuşmak yada görüşmek istemiyordum. Aldığım en radikal karardı bu. En radikal ikinci kararım ise üniversiteyi üçüncü sınıfın ikinci yarı yılında bırakmaktı sanırım.
Aslında tam olarak kimden yada neyden kaçmak istemiştim bilmiyorum. Belki de bilmek istemiyordum. Yıllarca okudum yıllarca çalıştım. Çalışırken fark ettiğim şey aldığım paranın hiçbir işe yaramıyor oluşuydu. İstediklerimi alamıyordum, istediklerimi yapamıyordum. Sadece faturalarımı ödüyor anneme para gönderiyordum. Yıllardır istediğim kamerayı bile alamamıştım. Ayın ortasına kadar bile idare edemiyordu beni aldığım maaş. O gün maaşımı aldım ve hiçbir faturamı ödemedim, anneme para göndermedim. Arayıp sormasınlar diye telefonumu bile elden çıkardım. Bilgisayarımı da satardım aslında ama  yazmayı seviyordum onunla.
Yıllarca ailemden kimseyle görüşmedim. Sırtımda çantamla otostop çekerek tüm ülkeyi dolaştım. Sokaklarda yattım, aç kaldım. Ailem nerede olduğumu yada ne yaptığımı bilmiyordu. Aynı şekilde bende onların ne yaptığını bilmiyordum. Onca yıl haber alamadıktan sonra ölü olduğumu düşünürler diyordum kendi kendime. Bilmiyorum belki de tahmin ettiğim kadar uzun zaman geçmemiştir aradan.
Ailenin insanın sırtında bir yük olduğunu söyler dururdum son çalıştığım yerdeki bir kadına. Saçmaladığımı düşünürdü. Ama ailesi yüzünden yıllardır evlenememiş kendi hayatını kuramamıştı bu kadın. Hala anne ve babasına bakıyor onlara aldığı evin taksitlerini ödediği için kendine vakit ayıramıyordu. Yine de benim kurduğum cümlenin saçma olduğunu söylerdi.
Kendimi hiçbir yere ait hissedemiyordum. Annemin yanına gittiğimde oraya ait değil gibiydim. Faturalarını ben ödüyordum o evin ama kendimi oraya ait hissedemiyordum. Babamın yanında da o aidiyet duygusunu hissedemiyordum. Kardeşim ise tek sıkıntı yaşayan insanın kendisi olduğunu düşünüyordu. Saçma sapan dertleri vardı. Saçının rüzgarda dağılması yada saç spreyinin bitmesi gibi çok çok büyük dertleri vardı kendisinin.
Özlediğim bir şeyler var mı emin değilim. Bir şeye özlem duymayalı ne kadar uzun zaman oldu onu da hatırlamıyorum. Bir şeye yada birine sevgi duyuyor muyum? İçimde birilerine verebileceğim sevgi kaldı mı? İçimde bir sevgi kalmadığı için mi bıraktım her şeyi geride?
Her şeyi bıraktım bir tek yazmayı bırakamadım hayatımda. Çokta iyi yazdığım için değil sadece yazmak beni rahatlattığı için. Kimi psikologa gider, kimi yemek yer, kimi ağlar bense yazıyorum. Birileri okusun diye de değil öyle yazmak için yazıyorum sadece. Yazamadığım zamanlar nefret ettiğim kendimden daha çok nefret ediyorum. Her şeyi geri de bırakmış olsam bile yazmak fikri bir nebze de olsa rahatlatıyor beni.
Baudelaire'ın dediği gibi; Her nerede değilsem, orada mutlu olacakmışım gibi  . . .

17 Eylül 2018 Pazartesi

Kül Olan Umutlar




Aslında abim aradığında biraz şaşırmıştım. Son görüşmemizde büyük bir kavga etmiştik. Tam altı ay önceydi. Hiçbir şey olmamış gibi konuşuyordu telefonda. Sesi çok heyecanlı geliyordu. Bana anlatması gereken önemli bir konu olduğunu ve hemen buluşmamız gerektiğini söylüyordu. Hiç istemesem de kabul ettim buluşma teklifini. "Harika bir saat içinde 645'te ol." dedi.
Abim Umut yaklaşık üç yıldır bir kitap üzerinde çalışıyor. Yazacağı bu kitabın tamamen hayatını değiştireceğini söyler dururdu hep. Yazmaya daha çok vakit ayırmak için işini bile bırakmıştı. Son buluşmamızdaki kavganın nedeni de işte buydu. Yine kitabıyla ilgili konuşmaya başlamış ve ben daha fazla dayanamamıştım. Bu saçmalığı kesmesini ve artık doğru düzgün bir hayat yaşamasını bir iş bulmasını söylemiştim. O ise bu söylediklerime çok kırılmış ve karşı atağa geçerek benden daha yüksek ses tonuyla konuşarak kendini savunmaya çalışmıştı. Konuşmasını bitirmesine bile izin vermeden ayrılmıştım yanından. Son görüşmemiz buydu. Ama şimdi sanki hiç kavga etmemişiz gibi buluşmak istiyordu.
İsteksizce de olsa pantolonumu ve gömleğimi giydim. Komodinin üzerinde ki BMW aracımın anahtarını aldım ve dışarı çıktım. Göztepe de oturuyordum ve Alsancak'a doğru yola koyuldum. Aracı uygun bir yere park ettim ve 645'e doğru yürümeye başladım. Mekana vardığım da Umut barın orda oturuyor  bira ve sigara içiyordu. İlk başta tanıyamamıştım çünkü altı aydır saç yada sakal tıraşı olmamış gibiydi. Yanındaki tabureye oturup "Naber?" dedim. "İyi iyi süper. Senden naber?" dedi. "İyi bende." diyerek karşılık verdim.
- Hala avukatlık işlerine devam mı?
- Evet bildiğin gibi. Ee konu ne?
-Hadi ama altı aydır konuşmuyoruz diye bu kadar soğuk olmana gerek yok. Sana bomba gibi bir haberim var.
- Dinliyorum.
- Kitap bitti.
Aslında bu duruma sevinmem lazımdı. Sonun da bu zırvalık bitmişti ve tekrar hayatına dönebilirdi. Hiç cevap vermeden boş boş yüzüne bakıyordum. Eskisinden daha fazla sigara içiyordu. Arka arkaya yakıyordu resmen sigaraları.
- En son ne zaman tıraş oldun sen?
- Cidden mi? Kitap bitti diyorum Cenk bu mu yani verdiğin tepki?
- Ne diyeyim kitapla bozmuştun kafayı yıllardır. Kaç sene oldu iki mi üç mü? Yıllardır doğru düzgün evden çıkmıyorsun. Bu kitap işi bittiyse artık normal hayatına dönebilirsin belki.
- Ben normalim zaten. Hata bende ki ilk seni arayıp sana haber veriyorum.
- Başka arayacak birilerin var mı ki? Bütün arkadaşlarını uzaklaştırdın kendinden.
- Öyle gerekliydi öyle yaptım. Neyse ne. Kitabı görmek ister misin?
- Yanında mı?
- Yok evde bıraktım. Ne olur ne olmaz başına bir iş gelmesin. Gel gidelim göstereyim sana.
- Bunu bugün yapmak zorunda mıyız?
- Hadi ama abinim ben senin. Sözümü dinle.
- Tamam ama araba da sigara içmek yok.
- Hiç sorun değil.

Hesabı ödedim ve mekandan çıktık. Çocuk gibi heyecanlıydı Yazdığı bir metinden değil de sanki çocuğundan bahsediyor gibiydi. Anlam veremiyordum. Belki de yazmayı sevmediğim içindir. Umarım üç yılını çöpe attığına değer diye düşünüyordum onun evine doğru giderken. Evin sokağına girdiğimiz de büyük bir kalabalık vardı. Bir sürü de alev.
Arabadan ,inip kalabalığı yararak ilerlemeye başladık. Alevler Umut'un apartmanından geliyordu. Onunki dahil üç daire tamamen alevlere teslim olmuş durumdaydı. İtfaiye hortumlarla yangını söndürmeye çalışıyordu. Alevleri izlerken bir ara Umut'a baktım ama yanımda değildi. Etrafıma bakınırken evinin karşısındaki kaldırıma oturmuş sigara içerken gördüm onu. Alevleri izliyordu. Gözleri dolmuştu. Yıllardır uğraştığı gece gündüz emek harcadığı çalışmasını alevler almıştı. Hemde geri vermemek üzere.
İtfaiye yangını söndürüp kalabalık dağılana kadar orada oturduk tek kelime etmeden. Kül olmuş evine bakıyorduk artık Umut'un. Sigara üstüne sigara yakıyordu. Son bir gayretle tebessüm etti ve "Büyük ihtimal hiç satılmazdı zaten." dedi. Tebessüm ederek karşılık verdim. Elimi omzuna koyup "Hadi kalk bize gidelim. Misafir odam hala boş." dedim. "Zaten senin neden misafir odan var ki?" dedi. "Bilmiyorum." dedim. Kalktık ve uzaklaştık oradan.

3 Eylül 2018 Pazartesi

Ucuz Beyaz Şarap




Aylar sonra tekrar konuşmaya başlamıştık. Herhangi bir şey olacağından değil ama son bir defa "seni seviyorum" dediğini duymak istemiştim sanırım. Alsancak'ta bir barda buluştuk. Ben gittiğim de orada beni bekliyordu. Karşısındaki sandalyeye oturdum. Bira içiyordu ben de bir tane bira söyledim. Havadan sudan şeylerden konuştuk yarım saat kadar. Sonra eve geçmeyi önerdi bende olur dedim. Kipa'ya uğrayıp iki şişe beyaz şarap ile kavun-çilek aromalı soda aldık. Her zaman içtiğim marketteki en ucuz beyaz şaraptı. Poşetleri aldık ve evin yolunu tuttuk.
Evi Alsancak'taydı. Yürüme mesafesinde. Eve varınca hemen odasına geçtik. Bilgisayarından müzik açtı. Şarapları doldurdu. Müzik dinleyip şarap içtik yaklaşık iki saat kadar. O şarabı yıllardır içmeme rağmen tadı hiç bu kadar güzel gelmemişti.  Aynı koltukta yan yana oturuyorduk. Bir ara dolabına astığı takılara takıldı gözüm. Doğum gününde aldığım kolye de oradaydı. Mutlu olmuştum. Hatta odadan çıktığı bir arada gizlice fotoğrafını bile çekmiştim.
Odaya tekrar geldiğinde yanıma oturdu. Başımı omzuna koydum. "Ne oldu?" diye sordu, "Hiç" dedim. Tam karşımızda duran aynadan o halimize baktım bir kaç saniye. O ise bardağıyla oynuyordu. "Neyse" dedim içimden. Hava kararmış akşam olmuştu. Gitmek için kalktım. Kapıya kadar eşlik etti. Kapının yanında duran çantamı aldım. Tekrar görüşelim dedik birbirimize. Dostça yanaklarımızı birbirine değdirdik. Arkamı dönüp merdivenleri inmeye başladım.  O da kapıyı kapattı.
Kapıyı kapattığı anda bir daha görüşmeyeceğimizi biliyorduk ikimizde. Son defa vedalaşmıştık. Bana direkt "seni seviyorum" dememişti bu sefer ama o dolapta duran kolye yetmişti bana. O şarabı alıp içmeye devam ettim ama hiçbir zaman aynı tadı bulamadım. Kavun-çilek aromalı sodayı da bulamadım zaten bir daha.