Yıllar var ki hep aynı dilekleri tuttum ve kayan her yıldız da ısrar ettim hayata. Ama dileklerim kabul olmadı ve yıldızlı bir gece hiç olmadı. Vazgeçtim bende. Dua için elimi kaldıracaktım tamam kabul dedi. Yıldızlar kaymak için gözümün içine baktılar. Hadi dedi parlak bir yıldız. Dileğimi unuttum. Tanrı'm sen dileğimi dilenmemiş say.
10 Kasım 2013 Pazar
Belki Bir Gün Özlersin
Öyle salakça bir an oluyor ki birden aklıma geliyorsun. Saçma bir müzik yada izlediğim filmdeki bir sahne bana seni hatırlatıyor. Sonra fark ediyorum ki unutmamışım, sadece unutmuş numarası yapıyorum. Bu numaraya kendim bile inanıyorum çoğu zaman. Ama o salak müzik çalmasa veya o filmdeki o salak sahne olmasa aklıma hiç gelmeyecekmişsin gibi. Ne yazık ki öyle olmuyor. Dinlediğim her şarkı da seni arıyorum, izlediğim her filmde bizden bir şeyler bulmaya çalışıyorum. Sevmeye çalıştığım insanlar da hep sen varsın sanki. Hepsinde senden bir parça. Nasıl oluyor bu?
Öyle çok özlüyorum ki bazen kokun burnum da türüyor. Beraber yaptığımız şeyleri hatırlıyorum. İlk elini tuttuğum günü, beni öptüğün ilk günü... Yaşadıklarımız bir rüya mıydı acaba diye soruyorum kendime. Bir rüyanın peşinden mi koşturdum bunca yıl? Gerçekten var mıydın? Gerçekten vardın madem şimdi nerdesin? Sorduğum her soru cevaplanmayacak başka soruları getiriyor peşinden.
O kadar salaktım ki uzaklaştırdım seni kendimden. Her anı tekrar canlandırıyorum kafam da hepsinde de suçlu benim. Keşke zamanı geri alabilsem. Gerçekten o zaman her şey daha farklı olur muydu? Aynı salaklıkları tekrar yapar mıydım? Deneyip görebilseydik keşke. Son bir kez daha eskisi gibi olabilmemiz için neleri feda etmezdim.
Yazdığım her yazı, yaptığım her saçmalık bir yardım çığlığı aslında, belki sana ulaşır diye yaptığım. Belki bir gün beni duyarsın ve geri gelirsin kim bilir. Buna inanmak istiyorum. Gerçekleri görmeye ihtiyacım yok böyle daha iyiyim ben.
Belki sende bir gün özlersin. Bir şeyler sana belki beni hatırlatır ve hal hatır sormak için mesaj atarsın. Eskisi gibi kokulu mektuplar yazmazsın orası kesin ama olsun mesaja da razıyım ben. Kokunu hiç unutmadım ki attığın her mesaj da kokun gelecek burnuma.
4 Kasım 2013 Pazartesi
İçeriden Notlar (No 9: Kıyamet)
Bir şeyler olmalı artık hayatta. Bir şey olsun her hangi bir şey. Ne olduğunun çokta önemi yok. Kıyamet kopsun gerekirse ama bir şeyler olsun artık. Bu sıradanlık bitmeli bir şekilde. Uzatılan karanfilin karşılığı dayak olmamalı, parası olanlar yoksul halkı ezmeyi bırakmalı. Bir şeyler olsun ve bu düzen dağılsın. Eğer gerekiyorsa kıyamet kopsun. Çünkü kıyamet komünisttir, herkese eşit kopar...
24 Eylül 2013 Salı
İçeriden Notler (No 8: Kelimeler İncitir)
Kelimeler acıtır. Karşındaki kişi seni seviyorsa ona boktan cümleler kuramazsın. Yada ona bir bokmuş gibi davranamazsın. Sevmek zorunda değilsin elbet ama kurduğun cümlelerle onun kötü hissetmesine de neden olamazsın. Kelimeler incitir, bilin istedim...
Çift Kişilik Masa
"Gitme dedim." diye bir cümle kurdu adam karşısında oturan arkadaşına. Yirmili yaşlarının ortalarındaydı her ikisi de. "Gitme!" demek her şeyi değiştirir zannediyordu. Ama çoğu zaman havada asılı kalırdı bu tek kelimelik cümle.
-Dedin mi sahiden? diye sordu arkadaşı.
-Diyemedim. Demeyi çok istedim ama diyemedim. Hem ne diyecektim ki? Gitme! Seni seviyorum, sana ihtiyacım var mı diyecektim. Bal gibi de biliyordu onu sevdiğimi ve adı gibi de emindi ona ihtiyacım olduğunu. Ama o yine de gitti.
-Peki geldiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?
Bir an duraksadı. Haklıydı arkadaşı gelmiş miydi gerçekten? Yoksa o mu geldiğini zannediyordum? Kahvesinden bir yudum aldı. Konuşmak istemiyor gibiydi artık.
-Emin değilim. Belki de ben geldiğini zannettim.
-Bir kaç kez buluşunca gelmiş olmaz kadınlar. Sen onun gelmiş olmasını diledin. Hatta bunu o kadar çok istedin ki sonun da onun geldiğine inandın. Hiç gitmeyecekmiş hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Sinemalara gittiniz, cafelerde oturdunuz. Ama bu neyi değiştirir ki? Bunu sıradan her arkadaşıyla yapabilirdi sen de biliyordun bunu. Sen sadece bunları bildiğini kendine itiraf edemedin. Kadınlar böyledir. Gözünün kör olduğunu anladıkları zaman istedikleri her şeye inandırabilirler seni. Seni sevdiğini zannedersin, seni bırakmayacağına inanırsın, gitmeyecek dersin kendine. Ama onlar gider. Kimse sonsuza kadar kalmaz. Sonsuza dek mutlu yaşadılar sadece masallarda olur.
-Bu sefer mutlu olacağıma inanmıştım.
-İnanmak bir şeyleri değiştirmez. Sadece bu şekilde kendini kandırırsın. Mutlu olmak anlık bir şey. Hüzünlerin uzun sürerken mutlulukların anlık olur hep.
-Ne yapmam lazım peki? Zamana mı bırakayım?
-Zamana bırakmak hiçbir şeyi çözmez. Zamana bırakırsan sadece zamana bırakmış olursun. Zaman seni yaşlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Unutmak istemedikçe unutamazsın. Acı çekmek istediğin sürece acı çekersin. Acı çekmek bazılarının zihnini aydınlatır. Belki de senin ilham perin acıdır? deyip kahvesinden bir yudum aldı. Cevap bekledi ama karşısındakinin cevap vermeye niyeti olmadığını anladı.
-O zaman benden bu kadar. Seni acılarınla başbaşa bırakıyorum. Belki bu sayede alışmayı öğrenirsin...
30 Ağustos 2013 Cuma
İçeriden Notlar (No 7: Çölde Çay yada Burger)
Yazamadığını blogunda belirtmek, çölde Burger King açmak gibi bir şey. Ne alaka diye sorabilirsiniz. Söyleyeyim, ikisi de bir boka yaramaz. Açık ve net. Kimse burda yazamamamın nedenini bana söyleyemez ve çöle Burger King açan hiç kimse para kazanamaz. Peki ya hem çöle Burger King açıp hemde yazamadığını haykırırsak o zaman ne olur? Double kaybeden mi oluyoruz yoksa 2x0=0 mı?
Sonuç hep 0 çıkacaksa uğraşmamızın anlamı da yoktur o zaman. Neyse ben kitap okuyayım.
8 Ağustos 2013 Perşembe
İçeriden Notlar (No 6: Kırık)
Kırılır insanlar bazen. Ama bunu belli etmezler. Edemezler. Karşısında ki insanı üzmek istemezler. Kendilerinin kırılması sorun değildir karşısındakini üzmek istemezler. Fedakarlık mı yoksa salaklık mı? Tartışmaya açık bir konu.
Bazı insanlar sizinle mutsuzluğu da vardır. Ama sevmeyen biri niye mutsuzluğu kabul etsin ki?
6 Ağustos 2013 Salı
İçeriden Notlar (No 5: Tarih)
İnsanlar unutsa da tarih asla unutmaz. Tarihe geçsin, ilerde bu yaşananların hepsinin hesabı teker teker sorulacak.
Saygılarımla...
4 Ağustos 2013 Pazar
İçeriden Notlar (No 4: Babam)
Babama gidip derdimi anlatmak isterdim her zaman. Ama o sigarası ve spor programlarıyla daha mutluydu. Bende mutluluğu bozulmasın diye sessiz kaldım. Hiç derdim yokmuş numarası yaptım...
2 Ağustos 2013 Cuma
İçeriden Notlar (No 3: Ölüm)
Ölümle ilk karşılaştığımız anı asla unutamayız. Hele ki sevdiğimiz birinin ölümünü görmüşsek o anı asla hafızamızdan silinmez. Yan masada oturan teyzeler size rahmetli anneannizi hatırlatabilir. Yada yolda gördüğünüz yaşlı uzun sakallı bir dede size vefat etmiş dedenizi anımsatabilir.
Ölümle karşılaştığınız ilk an unutulmazdır. İstediğiniz kadar inkar etseniz de o anı hala kafanızın içindedir. Silinemeyecek kadar gerçektir çünkü o anı. Belki de en gerçek anınızdır o.
1 Ağustos 2013 Perşembe
İçeriden Notlar (No 2: Kitap )
Olmuyorsa zorlamanın anlamı da yoktur. Bazı durumlar da vazgeçmek, kaybetmek değil kazanmaktır. İşte o zaman kendine bir fincan kahve yap ve tekli koltuğuna oturup kitap oku. Çünkü okumak hayata farklı bir açıdan bakmaktır.
27 Temmuz 2013 Cumartesi
İçeriden Notlar (No 1: Çıplak Gerçekler)
Birden durdu ve boşa çabaladığını fark etti. Kendisini şu an sevmeyen ve büyük ihtimalle ilerde de sevmeyecek bir kızın gönlünü kazanmak için uğraşıyordu. Kızı neden sevdiğini bilmiyordu ama zaten bunu bilseydi sevmesinin bir anlamı kalmazdı.
Anlamını yitirdi her şey birden sanki. Oturduğu yerden kalktı ve kitap yazmaya başladı. Gerçeklerle yüzleşmek bize saçma şeyler yaptırır bazen. Bazen kitap yazarsın, bazen şiir bazende açar televizyonu belgesel izlersin. Gerçekle yüzleşmenin etkileridir bunlar. Çıplak gerçekler saçmalatır her zaman.
25 Temmuz 2013 Perşembe
I Don't Wanna Die
Kanser olduğumu öğrendiğim de 21 yaşındaydım. Ailem yıkılmıştı resmen. Özellikle kardeşim. Devamlı ağlamaya başlamış resmen sulu göz olmuştu. Lise son sınıfa gidiyordu o zaman. Yaz ayında üniversite sınavına girecekti. Annem daha çok Kur'an okumaya ve daha çok namaz kılmaya başladı. Babam ise hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hala işe gidiyor ve benimle kavga ediyordu.
Aslında bir bakıma iyi bile olmuştu bu hastalık benim için. 2 yıllık bir üniversiteyi bitirmiş ve 2 yıldır boşta geziyordum. Zaten bu dünyada hiçbir işe yaramıyormuş gibi hissediyordum. Anlaşılan gerçekten yaramıyormuşum. Yoksa bu kadar erken ölümcül bir hastalığı bana bulaştırmazdı Tanrı.
Kemoterapi yüzünden dökülmesindense kendi rızamla kesmeye karar verdim saçlarımı. Kontrolün hala bende olduğunu hissetmek istiyordum. Elime makinayı alıp saçlarımın hepsini kesmiştim. İlk defa kel kalıyordum ve kafam resmen parlıyordu.
Kemoterapi hiç bir işe yaramıyordu. Gün geçtikçe iyileşmiyor aksine kötüleşiyordum. Ağrılarım artıyordu. Ağrılarımın şiddetine 10 üzerinden 15 veriyordum. İşin tuhafı iyileşmediğim için üzülmüyordum aksine seviniyordum. Sanırım iyileşmek istemiyordum. Bu ağrılar, iğneler, bu acı ne kadar çabuk biterse o kadar iyi olacak gibiydi sanki.
Çok fazla kişiyle konuşmazdım o yüzden çok arkadaşım da yoktu. Hasta yatağımda yatarken odamın insanlarla dolu olacağını asla hayal etmedim o yüzden. Ama beklediğimden daha kalabalıktı. Bazı kişileri tanımıyordum bile. Ama beklediğim hep bir kişi vardı. Ama o kişi gelmiyordu. Hastalığımı öğrenmeden aylar önce tanıştığım dünyalar güzel bir kızdı. Adı Yosun'du. Annesi denizi çok sevdiği için kızına bu ismi koymuştu. Ona asla "seni seviyorum" diyememiştim. Ama bazıları benim gibi değildi ve bu cümleyi ona kurmuştu. Mutlu olabilmek için o çocuğun elinden tuttu. Söyleyemediğim için kendime kızsam da artık çok geçti. Zaten artık her hangi bir şeye kızacak gücüm de yoktu.
Hastalığımın ilerlediği zamanlardı. Doktorlar sadece daha az acı çekeyim diye ağrı kesici veriyordu. Birden hastanenin kapısında o belirdi. Bütün güzelliğiydi orda durmuş bana bakıyordu. Gözlerinde acıma vardı. Aylar sonra gelmişti işte. Başucunda oturan anneme bize biraz müsaade etmesini istedim. Kel kafamdan öpüp dışarı çıktı. Çıkarken eliyle Yosun'nun omzuna dokundu. Nedenini anlamadım hiç bir zaman. Yosun gelip başucumdaki koltuğa oturdu:
-Selam. dedi yüzündeki o güzel tebessümle. Dudaklarım öyle kurumuştu ki sesim doğru düzgün çıkmıyordu. "Selam" diyebildim kısık bir sesle.
-Nasılsın diye soracağım ama sanırım biraz saçma olacak.
-Bu soruyu sormayan ilk kişi olmuş olursun ve sana teşekkür ederim bende bu yüzden.
-Bana kızgın mısın?
-Ne için?
-Uzun süre uğramadığım için. Elif bahsetti çok beklemişsin beni.
-Hayır kızgın değilim. Sonuçta geldin burdasın.
-Ben inan gelmeyi çok istedim ama seni bu halde görmeye dayanabileceğimden pek emin değildim. Zamana ihtiyacım vardı.
-Önemli değil. Şu an burda olman önemli benim için.
-Tedavi işe yaramamış sanırım. Ben çok üzüldüm inan.
-Ben üzülmedim. Üzgün değilim hiç. Olması gereken buymuş demek ki.
-Bana neden söylemedin?
-Neyi?
-Beni sevdiğini. Bunu bilmem gerekirdi.
-Ben cesaretimi toplayamadım başka biri benden önce davrandı. Benim ne hissettiğimin bir önemi yok. Senin mutlu olman önemli.
-Mutlu falan değilim. Hissettiklerin önemliydi bana bunu söylemeliydin. Bana bunu söyleseydin yanında olabilirdim. Yanında olsaydım belki burayı bırakmak zorunda kalmazdın. Mutlu olurduk iyileşebilirdin.
Yosun'un gözleri doldu ve bir anda yaşlar akmaya başladı. Onu ilk defa ağlarken görüyordum. Zor da olsa elimi kaldırıp yanağındaki yaşları sildim "Ağlama" dedim. Elimi tuttu iki eliyle ve dizinin üzerine koydu ellerimizi.
-Keşke söyleyebilseydin. dedi. O zaman her şey çok daha farklı olurdu.
-Üzgünüm. Böyle olsun istememiştim.
-Gitmek zorunda mısın?
-Elimden bir şey gelmez bu sefer. Ama bende ölmek istemiyorum...
O gün saatlerce Yosun'la beraberdik. Akşam olunca evine gitti. O günden sonra her gün ziyaretime geldi.
Kardeşimin devamlı yanımdaydı. Okuldan çıkıp direkt hastaneye geliyordu. Ona her gün gelmesine gerek yok desem de beni dinlemiyordu. En çılgın yaşlarında seni alıkoyduğum için çok üzgünüm. Tüm dikkati üzerime topladığım için de üzgünüm.
23 Nisan gecesi annemle başbaşa kalmıştık hastanede. Ona üzülmemesini söylesem de beni pek dinleyecek gibi durmuyordu. Tüm gece ağladı başımda bana belli ettirmemeye çalışarak.
Hikayenin sonunun mutlu sonla biteceğini söylemeyi isterdim ama öyle olmadı. 24 Nisan sabahı vefat etmiştim. O gün Yosun'un gelişini göremedim. Annemin cansız bedenime sarılıp ağladığını babamın ise ona teselli vermeye çalıştığını biliyorum. Kardeşimin bir köşede sessizce ağladığını biliyorum. Yosun'un çok üzüldüğünü biliyorum.
Kardeşim o yıl üniversiteyi kazanamadı. Hollywood filmlerin de evlatlarını kaybeden anne babalar gibi bizimkiler ayrılmadı. Birbirlerine daha da çok kenetlendiler. Cenazem çok kalabalıktı tanıdığım tanımadığım bir sürü insan vardı. Olanlara artık sadece uzaktan bakabiliyorum. Hiç bir şeye müdahale edemiyorum. Tekrar dünyaya geleceğimi bilsem hiçbir şey için beklemezdim bu sefer...
26 Mayıs 2013 Pazar
Acı Hissediyorum...
Şu an için duygularıma tercüman olan bir House videosu. Kendimi en çok benzettiğim kişidir.
23 Mayıs 2013 Perşembe
Açık Mektup
Ben konuşmayı pek beceremem bilirsin. Yazmak daha çok işime geliyor. Bunları yüzüne de söyleyebilmek isterdim ama gerek yok herhalde. Zaten bunu da okumayacağını bildiğim için yazıyorum. Kızgınım, aşırı kızgınım hemde. Ama daha çok üzgün ve kırgınım. Bu kadar kolay olmamalıydı sanki. Yani bu yaptığını tanımlayacak bir kelime yok sözlükler de.
Herkes gider herkes gidebilir hiç sorun değil ama sen nasıl gittin ya, beni bırakıp nasıl gittin? Seni seven birine "Başkası var" diyip gitmen ve üstelik bunu mesajla söylemen doğru muydu sence? Onca yaşanmış şeyin hiç mi hatırı yoktu? Yada hiç merak etmedin mi ben bu çocuğu terk ettim ne haldedir acaba diye? Sana en başında "Bensiz mutluysan hep öyle kal" dedim ama sen çok saçma dedin. Madem gidecektin niye geldin?
Ya ben ne yazacağımı da bilmiyorum açıkçası. Çok düşündüm seni arayıp ağzıma ne geliyorsa söylemeyi ama yapamadım. Kötü konuşmak bana yakışmazdı. Son mesajında vicdan azabı çekmek istemediğini söyledin, peki benim çektiğim acılar ne olacak? Onlar nasıl geçecek hiç düşündün mü? Tabi ki düşünmedin niye düşünesin mutlu olmakla meşguldün tamamen.
Hayatımda ilk defa adını bilmediğim, yüzünü görmediğim birini öldürmek istiyorum. İçimdeki karanlık ele geçiriyor sanırım beni. Evet biliyorum sen bu olanlar için de beni suçlayacaksın. Sana en fazla bir adım uzaktım ama sen o adımı hiç gelemedin diyeceksin. Bir adım uzağımda mı başka birine aşık oldun? Her şeyin yavaş yavaş olmasını isteyen o kız hangi ara başka birine aşık oldu? Aşk o kadar basit bir şey değildi hani? Hani sen bu kadar acımasız değildin ne oldu ne değişti? Neye üzüleyim ben şimdi söylediklerinin tam tersini yapmana mı yoksa beni yarı yolda bırakmış olmana mı? Gerçi o yola hiç beraber başlamadık ki diyebilirsin.
Bana bunu niye yaptın ki? En gizli anılarımı anlattım sana açtım kendimi ilk defa birine yıllar sonra. Mükafatı bu muydu?
21 Mayıs 2013 Salı
Ayrılık...
Kız ve oğlan ortak bir arkadaşları sayesinde tanışmışlardı. Kısa sürede devamlı konuşur hale geldiler. Çocuk Aydın da yaşıyordu kız ise Eskişehir de okuyordu. Kız tatiller de Aydın'a geliyor ve oğlanla buluşup sinemaya gidip vakit geçiriyorlardı. Ayrı olsalar bile aynı anda aynı filmi izleyip hep beraber oluyorlardı.
Oğlanın kronik ağrıları vardı. Doktorlar nedenini bilmiyordu ve ağrı kesiciler artık fayda etmiyordu. Oğlanın ağrılara katlanabilmesinin tek yolu kızın attığı mesajlardı.
Kız tatil için 1 haftalığına Aydın'a gelecekti. Yaklaşık 1 ay önce başlamışlardı plan yapmaya. Hangi filme gideceklerini oğlanla kaç gün vakit geçireceğini konuşuyorlardı. Hatta gelmesine 10 gün kala bile hala bunları konuşuyorlardı. Ama sonra kız, oğlanın attığı mesajlara cevap vermemeye başladı. Oğlanın sabah attığı mesaja gece cevap veriyor yada saatler sonra geri dönüş yapıyordu. Oğlan korkuyordu. Çünkü uzaktaydılar ve kız gönlünü başkasına kaptırmıştı olabilirdi. Korktuğu da olmuştu. Kız başkasına aşık olmuştu ve Aydın'a gelince bunu oğlana yüzyüze anlatmak istediğini söyledi. Oğlan yıkılmıştı. Çektiği acının tarifi yoktu, ağrıları şiddetlenmişti ve kendini hayattan soyutlamıştı.
O malum gün geldi ve kızla oğlan buluştu. İki yabancı gibiydiler. El sıkışıp bir cafeye oturdular. Kız:
-Ben gerçekten çok üzgünüm asla böyle olsun istemezdim seni üzmeyi istemedim hiç.
-Neden yaptın o zaman bunu. Tamam mükemmel biri değilim ama bekleyebilirdin beni. Ben tüm kalbimle sevmiştim seni.
-Lütfen böyle yapma zaten vicdan azabı çekiyorum daha fazla arttırma bunu.
-Vicdan azabı çekiyorsun öyle mi? Peki benim çektiğim acılar ne olacak? O acılar nasıl geçecek? Sen bir başkasıyla mutluyken ve ben bunu biliyorken nasıl iyi oalcağım peki?
Kız susmuştu. Oğlan bir cevap bekliyordu gibiydi ama kız hiç bir şey demedi. Kız konuşmayınca oğlan devam etti:
-Neden bana bunu söyle lütfen. Gerçekten hakettim mi ben bunu? Birinin hayatına girip onun her şeyi olduktan sonra çekip gitmek bu kadar kolay mı? Bir şey söyle.
-Ne söylememi bekliyorsun? Ne demem seni rahatlatabilir ki? Kızgınlığını ne yok edebilir?
-Sen yanlış anladın beni. Kızgın değilim ben kırgınım. Hem de çok kırgınım. Bilmiyorum belki haklısındır benim yerime o lavuğu seçtiğin için kızgınımdır. Görmediğim adını bile bilmediğim birinden nefret ediyorum ve onu öldürmek istiyorum.
Kız çantasından bir poşet çıkarıp masaya koydu ve oğlana doğru uzattı:
-Kitaplarını getirdim ben. Ayrıca filmlerini.
-Buraya bunları vermek için mi geldin? Bunları verip aramızdaki tüm ilişkiyi bitirmek için mi?
-Evet onun için geldim ve şimdi de gidiyorum. Hoşçakal ve kendine iyi bak.
Kız masadan kalktı ve arkasına bile bakmadan uzaklaştı ordan. Oğlan arkasından baktı kızın. Gözden kaybolana kadar baktı. Biliyordu çünkü bu onu son görüşüydü...
8 Nisan 2013 Pazartesi
Gülüş
26 yaşında hiç dava kaybetmemiş başarılı bir avukattım. Babam evi terk edince annem akli dengesini kaybetti ve bir psikiyatr kliniğine yatırıldı. Anneannem ve dedem tarafından yetiştirildim. 4 yıl önce dedemi bir kalp krizinden kaybettim. Mezuniyetimi göremedi. Ama diplomayı alır almaz ilk işim onun mezarına koşmak oldu. Mezuniyetimi ve kız arkadaşımı anlattım ona. Bunu duyduğuna sevindiğine eminim. 2 yıl önce de kız arkadaşımı tanıştırdım onunla. Anneannemle bile tanıştırmadan ilk dedemle tanıştırdım onu. Hayal'di adı. Gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Yaklaşık 2 hafta kadar önce devamlı dedemi görmeye başladım. Rüyalarımda değil uyanıkken ve kendimdeyken görüyordum onu. Karşımda o her zaman ki gülüşüyle duruyordu. Bana bakıp gülümsemesini bile özlemişim doğrusu. Bir görüşmenin ortasındayken bile beliriyordu karşımda. Kanlı canlı duruyordu resmen karşımda, sanki 4 yıl önce ölmemiş hala yaşıyor gibiydi.
Hayal'e anlattım bu durumu ilk önce. Anneannemi görmem gerektiğini söyledi. Her şeyi dinle bağlamayı severdi. Din yoksa yaşamanın da bir anlamı yoktu onun için. Başı kapalı değildi ama kapalılardan daha çok bağlıydı belki de dinine. Hayatı anlamlı kılan şeyin dua olduğunu söylerdi her zaman. Her sıkıntım da "dua et" derdi. Hayatın bu kadar basit olmadığını düşündüm her zaman ama bunu ona söyleyemedim. Sevdiği adamın dua dışında başka amaçları olduğunu öğrenip hayal kırıklığı yaşamasına gerek yoktu.
Anneannemi aradım iyi olduğundan emin olmak için. İşim için İzmir den Ankara'ya giderken onu da yanıma almak istedim ama kabul etmedi. Dedemin hatıralarıyla yaşamayı tercih ettim. Bana da bu tercihe saygı duymak kaldı. Telefonu açıp sesimi duyunca çok sevinmişti. Yaklaşık bir aydır yoğun iş temposu yüzünden arayıp konuşamamıştım. Hüzünlüydü sesi ama bunun yanında sevinçli gibiydi de. Hafta sonu Hayal ile birlikte yanına geleceğimizi söylediğim de sesinde ki hüzün tamamen yok olmuştu.
Hayal'i arayıp hafta sonu anneanneme gideceğimizi söylediğim de çok mutlu oldu. Yaşlıları onun kadar seven başka birini daha tanımadım hayatım boyunca. Dedemi hiç görmediği halde mezarına ilk gittiğimiz de hiç durmadan 10 dakka ağlamıştı bana sarılıp. Nasıl bir sevgiydi bu böyle.
Cuma akşamı saat 17:00 gibi arabamıza binip izmir'e doğru yol almaya başladık Hayal ile beraber. Çocuk gibi mutluydu tüm yol boyunca. Gece 00:00 de anneannemin evine varmıştık ama tüm ışıklar kapalıydı. Uyumuştu her halde sanırım bizi yarın bekliyordu. Yedek anahtarımla sessizce içeri girdik ve benim eski odama geçip tek kişilik yatağım da Hayal ile birlikte yattık. Sabah 08:00 de anneannemin beni yanağımdan öpmesiyle uyandım. Eski günlerdeki gibiydi. İlk başlarda biraz sitem etti "Neden uyandırmadınız beni?" diye ama çabuk bitti sitemi.
Kahvaltıdan sonra hep birlikte oturup konuştuk. Bir ara anneannemin gözleri dedemin duvardaki resmine takıldı. Gözleri doldu bir an "Keşke deden de görebilseydi bugünü." dedi. Aslında görüyordu bizi sadece kendini göstermiyordu.
Akşam yemeği için Hayal ile birlikte alışverişe gittik. Yaklaşık bir saat sonra geri döndük ve hemen mutfağa yemeği hazırlamaya geçtik. Güzel bir fırında tavuk ve pirinç pilavı yapacaktık. Yanında da ayranlarımız. Yemeği hazırlayıp 4 kişilik masaya oturdum üçümüz. Dördüncü sandalye boştu. Yemeğimizi yemeye başladık. Bir ara gözüm anneanneme takıldı boş sandalyeye bakıyordu. Sonra bende kafamı boş sandalyeye çevirdim ve dedemi gördüm orda. Yüzünde yine o tebessümle bizi izliyordu. Anneannemle ben dedeme bakarken Hayal her şeyden habersiz yemeğini yiyordu...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)