29 Ekim 2015 Perşembe

İçeride Notlar (No: 16 HOŞÇAKAL)



Bir sabah kalktığınız da yada uyumadan geçen bir gecenin sabahın da, sevdiğiniz insanı yolcu etmeniz gerekir. O akşam ve ondan sonraki akşamlarda da geri gelmeyeceğini bilerek "HOŞÇAKAL" dersiniz. Gözden kaybolana kadar arkasından bakarsınız. Belki son bir defa dönüp bakar diye.
Bu bir son değil dersiniz birbirinize. Tekrar görüşeceğiz elbet diyeceksiniz. Ama o görüşmeler hiçbir zaman gerçekleşmez. Bu tam anlamıyla bir sondur ve sonlar hep yıkıcıdır.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Merhumu Nasıl Bilirdiniz?



Bir akşam üstüydü öldüğümde. Aylardan şubattı. Hava buz gibiydi ve yağmur yağıyordu. Ölmek için daha güzel bir gün olamazdı. Bu güzel günü değerlendirmek istemiştim sadece. Kimseyi üzmek değildi niyetim aslında. Kimseyi de üzmedim zaten bilerek. Onlar üzülmesin diye kendimi üzüp parçaladım her seferinde.
En sevdiğim ama çok yıpranmasın diye fazla giymediğim tişörtümü ve deri montumu giydim üzerime. Zaten ölecektim yıpranması kimin umurundaydı ki. Bir kutu Xanax ve anti-depresan hapını aynı anda yutup dışarıya çıktım. Son bir defa hissetmek istiyordum soğuk havayı ve yağmuru. Kapıyı açıp dışarıya ilk adımımı attığım an sanki ilk defa yağmura çıkıyormuşum gibiydi. Çok güzeldi. O an hiç bitmesin istedim. Soğuk hava ve yağmur yüzüme vurdukça gülümsüyordum. Son dakikalarımın keyfini çıkarıyordum.
15 dakika için de yığılıp kalmıştım olduğum yere. Evden çokta uzaklaşamadığım için aileme hemen gitti haber. Gelen ambulans ile apar topar hastaneye kaldırıldım. Doktorlar midemi yıkadılar ama pekte bir işe yaramamıştı. Kalbim durdu. Geri döndürmek için şok cihazını üç defa kullandılar. Hiçbir işe yaramadı. Geri gelmedim elbette.
Ameliyathanenin önünde ağlayarak babama sarılmış annem ve kardeşim bekliyorlardı. Herkes ağlıyordu. Ameliyathanenin kapısı açılıp doktor içeriden çıkınca hepsi birden ona doğru hücum etti. Doktorun yüzünde hastayı kaybettik ifadesi vardı. Sanırım tıp okulunda öğretiyorlar bu ifadeyi. "Maalesef kurtaramadık. Başınız sağolsun." dedi ve arkasını dönüp gitti. Annem tek kelime söyleyemedi hıçkırmaktan. Sonra da bayıldı zaten. Kardeşim koşarak çıktı hastaneden. Bacakları acıdan yanana kadar koştu.
Saat gece yarısına gelmek üzereydi. Annem gözünü hastane odasın da açtı. Daha doğrusu açmak istemedi. Yaşananların kötü bir rüya olduğunu düşünmek istiyordu. Ama öyle değildi. Etrafına bakındı. Akşamdan beri uyumayan babam gözleri kan çanağına dönmüş bir şekilde oturmaktaydı sandalyede. İkisi de bir şey söylemedi. Annem elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı.
Babam "Haber vermemiz lazım. Yarın öğlen..." devamını getiremedi. Annem daha sesli ağlamaya başladı. Babam sandalyeden kalktı ve anneme sarıldı. Kimse bir şey söyleyemiyordu. Söylenecek pek bir şeyde yoktu zaten. Kardeşim ise eve gitmiş benim odama girmiş orada ağlıyordu. Yağmurdan ıslanmıştı. Anneme bir sakinleştirici daha yaptı hemşire. Babam da telefonu alıp odadan çıktı. Akrabalara haber vermek için.
Cenazem öğlen namazından sonra olacaktı. Köyden akrabalarımız gelmişti. Bir sürü de tanımadığım insan. Annem teyzemle dayımın koluna girmiş o şekilde ayakta duruyordu. Camide tabutum musalla taşında dururken babam, kardeşim ve dedem tabutumun başındalardı. Kardeşim ve babam ağlamamak için zor tutuyorlardı kendilerini. Sonra dayım da geldi onların yanına. Gelenler "Başınız sağolsun" diyip hepsinin elini sıkıyordu. Sadece başlarını sallıyorlardı bizimkiler. Öğlen namazı için camiye girdi erkekler. Kardeşim girmedi. Tabutumun başında bekledi.
Namaz da sonra cenaze namazımı kılmak için tabutumun önünde saf tutuldu. İmam "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sordu. Herkes iyi bilirdik dedi. "Madem bu çocuk bu kadar iyiydi o zaman niye intihar etti?" diye sormadı ama kimse. İmam "Hakkınızı helal ettiniz mi?" diye sordu üç defa. Helal etti herkes sağolsun.
Namazdan sonra babam, kardeşim, dayım ve dedem tabutumu omuzlayıp cenaze aracına götürdüler. Kardeşim ve dayım arkaya tabutun yanına oturdular. Mezarlığa geldi araç. Tabutumu aldılar araçtan Babam ve kardeşim öne geçtiler. Herkes tabutu taşıyordu sırayla. Kardeşim vermedi yerini kimseye. Mezarımın başına getirdiler tabutumu. 1.40 derinliğinde 2 metre uzunluğundaki boş mezarı kefene sarılı cansız bedenim dolduracak ve üstüme toprak atılacaktı. Babam girdi mezara. Tabuttan kefenli cansız bedenimi çıkartıp ona verdiler. Bırakmadı bir süre kucağında benim cesedimle mezarın için de öylece kaldı. Dedem babamın omzuna dokunup "Hadi oğlum." dedi. Babam isteksizce mezarın içine bıraktı beni. Kendisi çıktı mezardan.
Herkes birbirine bakıyordu sanki ilk toprağı kimin atacağına karar vermeye çalışıyorlardı. Dedem aldı küreği eline. Üstüme ilk toprağı atan o oldu. Sonra herkes toprak atmaya başladı. Kardeşim hariç. Sadece izledi defnedilişimi. Mezarımın üstü tamamen kapandıktan sonra dayım ordaki su satan çocuklardan su aldı. Mezarımın üstünü suladılar. Sonra imam son duasını etti benim için.
Herkes gitti sonra. Babam kardeşim dedem ve dayım kaldılar mezarımın başında. Kardeşim dizlerinin üzerine çöktü. O zamana kadar kendini tutan kardeşim orada bıraktı kendini ve mezarımın üstüne kapanarak ağlamaya başladı. Babam sakinleştirmeye çalışıyordu ama kendisi de ağlıyordu. Yaklaşık bir saat kadar daha kaldılar mezarımın başında. Sonra ise arkalarına baka baka gittiler oradan.
Gecenin karanlığıyla kalmıştım bir başıma . . .

24 Ekim 2015 Cumartesi

İçeriden Notlar (No: 15 Sevmek)



Sevmek hiçbir şey için yeterli değildir. Zaten sevmek başlı başına bir hatadır. Çünkü sevdiğiniz kişi tarafından sevilme ihtimaliniz %10 gibi küçük bir rakamdır. Genel de onlar kendilerini sevmeyen insanlara kullandırtırlar kendilerini ve bedenlerini. Siz geceler boyu onun hayaliyle yaşar ve resimlerine bakarken başkaları ise ondan faydalanıyor olur.
Ona ellerinizle yemekler yapabilir kimseye yapmayacağınızı düşündüğünüz güzellikleri ona yapabilirsiniz. Fakat bu hiçbir zaman hiçbir şeyi değiştirmez. Başkaları nasıl onu kullanıyorsa o da sizi kullanmaya başlar bir süre sonra. Kullanılmak kötüdür. Hele kullanıldığınızı bile bile kendinizi kullandırtmak daha da kötüdür.

20 Ekim 2015 Salı

İçeriden Notlar (No: 14 Yazmak)




Kimileri yardım isteyemez insanlardan. Onun yerine yazar. Çoğu yazar kendilerini yalnız hissettikleri için yazmaya başlamıştır. Kendilerini toplumdan soyutlamış ve üretmeye başlamışlardır. İnsanlara dert anlatmaktansa yazmayı seçmişlerdir. Yazmak onlar için bir kurtuluş yolu olmuştur.

Bazıları intihar edemez. Onun yerine eline kağıt ve kalem alır . . .

5 Ekim 2015 Pazartesi

Dünyayı Kurtaran Yalnız Süper Kahramanlar




Süper Kahramanların en büyük problemi hep yalnız olmalarıdır. Aklınıza gelen ilk Süper Kahramanlara bakın hiçbirinin anne ve babası yoktur. Çocukken tüm ailesini kaybetmişlerdir hepsi. Superman ile başlayalım. Ailesi gezegenleri Kripton yok olurken onu dünyaya göndermiş ve kendileri gezegenle birlikte yok olmuştur. Spider-man'in ailesine ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak öğrenemedim ama sonuç olarak onun da anne ve babası yoktu ve May Halası ve Ben Amcası büyütmüştü. Batman'in ailesi o daha küçükken gözlerinin önünde öldürüldü. Flash'ın annesi ise yine o çocukken öldü suç babasının üstüne kaldı. Anne mezara baba hapse. Bir yetim Süper Kahraman daha.
Süper Kahraman olabilmek için aranan ilk özellik anne ve babayı küçükken kaybetmiş olmak. En popüler Süper Kahramanlar ailesiz olanlardır. Çünkü insanlar da merhamet uyandırıyor onlar. "Bak görüyor musun hem yetim büyümüş hem de dünyayı kurtarıyor." kafasın da oluyor okur. Peki ya buna Süper Kahramanlar açısından bakarsak. Onlar nasıl hisler ve duygular için de.
Misal Spider-man. Ailesini kaybetmişti zaten. Güçlerini kazandığı anda da Ben Amcasını kaybetti. O da yetmedi sevdiği kızı, Gwen'i kaybetti. Süper Kahramanın ailesi çizgi romanlarda hep ölür ona hepimiz aşinayız. Ama sevdiği kızı öldürmek nedir ya? Sırf çizgi roman satışını arttırmak için bu yapılan hak mı yani? Yazık değil mi Spider-man'e?
Neyse konumuz o değildi. Ailelerini küçük yaşta kaybettikleri ve bu yüzden çok acı çektikleri için Süper Kahramanlar hep insanlara yardım etmişlerdir. İkili bir hayatı seçmişlerdir. Gizli kimliklerini kimseye söyleyemedikleri içinse hep yalnız kalmışlardır. Batman'in yanına bir Robin verilmesinin nedeni budur? Tamam bazı kesimler Batman aslında eşcinsel o yüzden yanında hep erkek çocuk dolandırıyor deseler de biz buna inanmayı reddediyoruz.
Süper Kahramanlar o kadar yalnız kalmışlardır ki, artık yazarlar buna bir son verme gereği duyup tek bir çatı altında topladılar. DC Comics bu çatıya Justice League dedi Marvel Comics ise Avengers dedi. Aslında ikisinin de ismi aynı olabilirdi. Mesela "Yalnız Süper Kahramanlar Derneği" veya "Dünyayı Kurtaran Yalnızlar Derneği". Tamam sonların da "dernek" kelimesi olmayabilir.
Peki neden yani niye hep yalnız olmak zorundalar? Dikkati dağılmasın diye mi? Mutlu ve kalabalık ailesi olanlar niye Süper Kahraman olamıyor? Bunun bir kitabı falan var da ona göre mi yaratılıyor bu Süper Kahramanlar? Kural 1: Aile yok. Kural 2: Mutsuz olmalı. Kural 3: Daima yalnız. Böyle bir şey var da ben bilmiyorsam bu tamamen benim ayıbım kabul ederim onu.
Birilerine yardım etmek için illa yalnız mı olmak lazım yani?

Kötüler için de bunlar geçerli. Onların da ailesi olmayacak ama çok zengin olacaklar. Niye çünkü kötülük zenginlerin yapabileceği bir şey. Dünyayı yok etmek için çok para gerekli çünkü. Adamlar da haklı. Mesela öyle çok zengin Süper Kahramanlar bir kaç tane var. Mesela Bruce Wayne (bilmeyenler için Batman) ve Tony Stark (yine bilmeyenler için Iron Man) gibi. Başka da bilmiyorum varsa yardımcı olabilirsiniz tabi. Oliver Queen (o da Green Arrow oluyor) var bir de ama dizi de zengin çizgi romanını okumadım hiç. Çünkü Türkçe Arrow basılmadı.
Kural 4'ü de buraya yazayım orta sınıf bir aileden gelmek. Zengin süper kahraman olunmaz saçmalamayın. Bir kaç adet istisna var sadece. Onun dışında olmaz olmamalı. Halktan olmalı Süper Kahraman. Bizden içimizden biri. "Seni biz yarattık." diyebilmeliyiz yeri geldiğinde.
Yalnız, mutsuz, yetim ve orta düzey de bir hayatınız varsa tebrikler sizde Süper Kahraman olabilirsiniz. Kim bilir belki uslu bir çocuk olursanız Tony Amcanız (Iron Man'den bahsediyorum.) sizi ziyarete bile gelebilir.

1 Ekim 2015 Perşembe

İçeriden Notlar (No: 13 Konuşamamak)



Öyle gözlerinin içine bakıp konuşamam ben. Gözlerinin içine bakmasam da bir şey değişmez gerçi. Konuşmayı beceremiyorum ben. Ne kadar istesem de kafam da ne kadar kursam da olmuyor. Konuşamıyorum. Yazmaksa konuşmanın yerini almıyor hiçbir zaman. Sayfalarca yazabilirim sana, sayfalarca güzel söz söyleyebilirim ama gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" diyemem. Ben böyleyim işte ne yapayım. Gözlerinin içine bakıp "Seni Seviyorum" demektense yokluğuna alışmayı tercih ediyorum. Konuşamadığım için sensizliğe mahkum ediyorum kendimi.