3 Ağustos 2011 Çarşamba

Kaybedenler Kulübü


İlk defa 10 yaşındayken adını halen hatırlamadığım bir türk filminde görmüştüm iyi olan adamın öldüğünü ve filmin sonunda kötülerin kazandığını. O an anlamıştım aslında iyiler her zaman kazanamazdı. Hatta iyiler çoğu zaman kazanamazdı. İyi olmak birşeyi değiştirmezdi çünkü kazanmak lazımdı ara sıra. Ben o filmi izleyip kötülerin kazanıp iyilerin kaybettiğini gördüğüm andan beri kazandığımı hiç düşünmedim. En son zaferim lise 2. sınıfta aldığım onur belgesiydi. Zaferlere alışık olmadığım için çoğu zaman kazandığımı bile fark etmeden kazandıklarımı elimden aldılar. Gerçi zaferlerimi elimde tutmak için herhangi birşey yaptığım da söylenemezdi. Kaybetmeye alışınca böyle oluyor sanırım. İsteklerin hep istek olarak kalması acı birşeydi. Ama olsun acıyada alışmıştım sonuçta.
Kayıplarım hep insanlar olmuştu. Belki gerçekten ölmemişlerdi ama benim için ölü gibilerdi. İlk başta arkadaşlarım terk etmişti. Daha sonra sevgililerim. Bu şekilde devam etti. Engel olamadım engel olmaya da çalışmadım açıkçası. Beceriksizdim çünkü bu konuda da.
Beni ölümüne seven kızı bile kendimden uzaklaştırmayı becermiştim. Deliler gibi seviyordum oysa onu. Bir ilişkiyi yürütemeyeceğimi düşündüğüm için onu kendimden uzaklaştırdım. Severek ayrılmak dedikleri bizimkiydi herhalde. Ayrılırken ikimizde ağlıyorduk çünkü. Ama gözyaşları boşaydı. Ve çok zaman geçmeden 3 hafta sonra onu bir başkasıyla görünce insanların iki yüzlü olduğunu daha çabuk kavradım ve uzaklaştım onlardan. Hepsi sahte ve yalancıydı çünkü. Hepsi çıkar peşindeydi. O kızın da bir çıkarı vardı. Benimle tanıştığında zor bir dönemden geçiyordu ve sığınacak bir limana ihtiyacı vardı. O limanda ben olmuştum onun için. Ha bu arada o çocukla görüşmeye başladığında daha berabermişiz. Bunu sonradan öğrendim. Biz ayrılınca bulmamış yani zaten varmış.
Ve ilk defa kaybetmekten zevk almıştım o zaman. Belki de kazanmıştım ne bileyim. "Kaybedenler Kulübü"nde de söylendiği gibi: En büyük zaferi kazandığında bir Antonyus olduğunu Paris'e geldiğini ve o takın altında durduğunu düşün. Yalnız kaldığın o anda "Ne oldu be? Şimdi ne olacak?" diyorsan kaybedensin sen. O anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.
İşte benim durumumda oydu biraz. Kazandığım zaferleri anlatacağım kimse yoktu ki. Her zaferden sonra yalnızdım. Bir süre sonra zaferler farkedilmez oldu o yüzden. Kazandığımı fark edemiyordum. Birgün yalnızlıktan öleceğimi düşünmüyorum ama cesedim haftalar sonra bulunacak ona biliyorum. Arayıp soranım olmadığı için. Aslında bunu da 6. sınıfa giderken türkçe kitabındaki bir hikayede yazıyordu. Amerika'da yaşayan bir yazar ölüyor ve 3 ay sonra arkadaşı evine geliyordu. Çünkü kendisinden aylardır haber alamıyordu. Bir çilingire kapıyı açtırtıp içeri giriyor ve çürümeye yüz tutmuş ceseti görüyordu. Arkadaşının evde ayağı kayıyor ve kafasını masanın ucuna çarparak beyin kanamasından ölüyordu.
O yazıyı ilk okuduğumdan beri benim cesedimi de bu şekilde bulacaklarını düşünürdüm. Ama asıl saçma olan 12 yaşındaki çocuklara böyle bir yazı okutmakmış. Düşüncem halen daha aynı cesedimi o şekilde bulacaklar buna da eminim hatta. O günü iple çekiyorum...

Hiç yorum yok: