22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kızım...

Yıllar yıllar sonra bir çocuk parkında karşılaşmıştım onunla. Oda bende çocuklarımızı getirmiştik buraya. Benim ilk gelişimdi o ise devamlı getirirmiş oğlunu.
Eski sevgilimdi o benim. Çok çok eski hemde. Ayrılmıştık bir sebepten. Ama çok ağlamıştık ikimizde ayrılırken. Çünkü hala seviyorduk birbirimizi. Ben yıllarca ağlamıştım onun ardından. Yıllarca dinmemişti gözyaşım. Hayatım alt üst olmuştu. Kaç sefer ölmeyi denediğimi bile hatırlamıyorum. Ama beceremedim. Annem bu durumuma üzülüp bana bir eş buldu. Evlenince herşeyin düzeleceğine inanıyordu. Evlendim. Ama hiç birşey düzelmedi. Bir tane kızım oldu. Ona onun ismini verdim. Sanki kızıma her seslendiğimde bana o cevap veriyordu. Sanki her seferinde o minicik kollarıyla o bana sarılıyordu.
Aynı banka oturduk. O:
-Çok uzun zaman oldu.
-Evet hemde çok. Ama hiç değişmemişsin.
Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu.
-Teşekkür ederim. Sende hiç değişmemişsin.
-Oğlun çok tatlıymış. Kaç yaşında?
-Beş yaşına girecek. Peki ya senin kızın?
-Aynı oda.
Aniden bir sessizlik kapladı ortalığı. Bu sorular benim canımı yakmıştı. Sessizliğe bakılırsa onunda canı yanıyordu. Oysa hayal ettiğimiz şey bu değildi. İki yabancı gibi bir banka oturup çocuklarımızın yaşlarını sormayacaktık birbirimize. Kendi çocuklarımız olacaktı. Beraber büyütecektik onları. Biri kız biri erkek olacaktı. Ama olmadı. Farklı kişilerle evlenip farklı hayatlar yaşadık.
-Kızının ismi ne? diye sordu aniden. Nasıl derdim ki senin adını koydum ona. Ama söyledim:
-Adı Gülay. yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Bunu hiç beklemiyordu. Peki ya senin oğlunun adı ne? diye sordum bende. Ya oda unutamamış ve benim adımı koymuşsa çocuğuna. Mümkün müydü ki böyle birşey.
-Ufuk. Ufuk koyduk adını. Eşim bu ismi çok seviyormuş.
"Eşim" deyince sol yanımdan koca bir parça söktüler sanki. Tarifi yok bu acının. Zaten çocuğuna benim ismimi koymasını beklemiyordum ama bu şekilde bir cevap vereceğini de hiç beklemiyordum. Yıkılmıştım resmen. Kızıma seslenip eve gitmek için ayağa kalktım ama o bileğimden tutarak buna engel oldu.
-Biraz daha kal lütfen. dedi.
Yavaşça oturdum yanına. Gözlerimizin içine bakıyorduk ama hiç konuşmuyorduk. Oğlu geldi yanına ve bu adam kim diye sordu. Annesini kıskanmıştı benden. Kızımda beni kıskanmış olacak ki oda yanıma gelip bu kadın kim diye sordu.
-Kalksam daha iyi olur. dedim ve kızımı kucağıma alarak sesli bir şekilde ona "Seni Seviyorum Gülay" dedim. Kızım "Bende seni babacım" dedi. Ama Gülay hiç bişey demedi. Arkama bile bakmadan gittim ordan ve bir daha asla uğrayamadım o parka...

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Yalnızlık





-Tek tek gidiyor herkes be abi.
-Farkındayım. Gidenlere engel olamıyorum yada engel olmaya çalışmıyorum. Gitmek isteyen gidiyor. Yapacak bişeyim yok.
-Neden engel olmuyorsun ki? Durdurmayı dene bir kere de.
-Gitmek isteyen birini durdurabilirsin. Beden olarak senin yanında kalır fakat aklı hep gitmededir. Hep gitmek ister. Senin yanındayken acı çekiyormuş gibi hisseder. Huzursuz olur yanında. Bunu bir kere yaptım bir kere engel oldum ve bunlar oldu. Bu şekilde olacağına hiç olmaması hiç yanımda kalmaması gitmesi daha iyi.
-Bu çok anlamsız be abi.
-Anlamı olan birşeyler göster bana. Herşey anlamsız. Herşey saçma.
-Kalsalar ne olur ki? Neden gitmek zorundalar her seferinde?
-Bazen ne yaparsan yap olmuyor. Gitmek yada kalmak onların seçimi.
-Yalnız kalınca ölür mü insan?
-Kafayı yer belki. Belki yalnızlıktan zevk alır ve çevresinde kalanları da terk eder. Yalnızlık her zaman için kötü değildir.
-Emin misin?
-Değilim.

Dedi ve kalktı aynanın karşısından. Kapısını açtı dışarı çıktı. Kaybolmak istiyordu. İstediği olmuştu aslında zaten kaybolmuştu kendi içinde...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

ölün...


Ölüme sıcak bakan birisi hayata her zaman soğuk davranır. Bu soğukluğu yaratan kişinin kendisidir. Kişi bilmez bunu yada bilmek istemez . Tek bildiği ölümün herşeyi düzelteceğidir. Oysa herşeyi boka sarmaktan başka bir işe yaramaz ölüm dedikleri.
2 yıl önce bir kızla tanışmıştım. Şu malum sosyal arkadaşlık sitesi facebooktan. Kız kanser hastasıydı. Bunu bilmiyordum. Teyzemle arkadaş olmuşlar teyzemin yiğeni olduğunu (yani beni) öğrenince eklemek istemişti. Hiç bir sakınca görmemiştim bunda ve ekledi. Konuştuk. Havadan, sudan, ordan, burdan. Benden 2 yaş küçüktü. Dediğim gibi kanser olduğunu bilmiyordum. Bilseydim daha sıcak davranabilirdim ona.Ama öyle olmadı. Başımdan savmak için kısa kısa cevaplar verdim. Geçen yıl kaçılmaz sonla ölümle yüzleşti ve gitti. Üzülmüştüm öldüğü için. Sanırım pişmanlıkta vardı. İnsan böyle zamanlarda anlıyor ölümün acımasızlığını ve zamansız geldiğini her zaman.
O kıza asla veda etme şansım olmadı ve iyi davranma şansım da olmadı. Ne lanet beceriksiz biriyim. Hayatıma bir anlam katabilirdi o kız. Bana yaşamanın güzelliklerini anlatabilirdi. Eğer dinleseydim tabi. Belki de o kız benim için bir şanstı kendimi değiştirmem için. Ama ben bunu elimin tersiyle geri çevirdim.
Ölümüne üzülmüştüm ama en çok üzülen ona aşık olan kuzeniydi. Çocuk hala onun profil sayfasında ona şiirler yazıyor, şarkılar paylaşıyor. Asıl acı olan ise öldüğünden beri sayıyor. Bu hayatta onsuz geçen günleri sayıyor. 281,282,283,......
Şimdi ölüme sıcak bakan lanet olasıca sen insan. Ölümü tanımadığı onca insanı bile üzen bu kızın yerine ölüp cehennem azabını çekmesi gereken sensin. O kızın kuzeni bunları yaşamayı haketmiyordu ama sen işkencelerin en büyüğüne layıksın çünkü senin yerine o kız öldü. Ve senin yerine halen daha binlerce insan ölmekte. Geberip herkesi bundan kurtarabilirsin. Hayatın çemberinden geçtiğini zanneden 16 yaşındaki ergen denyo sende ölmeyi hakediyorsun. Ölmek istiyorsanız ölün. Size kimse engel olmuyor. Ölmek istersen ölürsün bunu her dakka dile getirmezsin. Ama lütfen ilaç içerek intihar etmeyin o zaman kurtuluyorsunuz ve aileniz size gerçekten üzülüyor ve gerçekten kötü bir olay yaşadığınızı zannediyor. Oysa siz ilaç içerken zaten kurtulacağınızı ve bütün herkesin sizinle ilgileneceğini biliyorsunuz. Şevkat budalası gerizekalı insanlarsınız ve bu dünyada boşuna yer kaplıyorsunuz. Kafanıza sıkmakta özgürsünüz engel olan yok. O kızın yerine siz olmalıydınız kanser ve siz ölmeliydiniz.
Peki ya sen ölen kız. Hiç nefret ettin mi benden?

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Kaybedenler Kulübü


İlk defa 10 yaşındayken adını halen hatırlamadığım bir türk filminde görmüştüm iyi olan adamın öldüğünü ve filmin sonunda kötülerin kazandığını. O an anlamıştım aslında iyiler her zaman kazanamazdı. Hatta iyiler çoğu zaman kazanamazdı. İyi olmak birşeyi değiştirmezdi çünkü kazanmak lazımdı ara sıra. Ben o filmi izleyip kötülerin kazanıp iyilerin kaybettiğini gördüğüm andan beri kazandığımı hiç düşünmedim. En son zaferim lise 2. sınıfta aldığım onur belgesiydi. Zaferlere alışık olmadığım için çoğu zaman kazandığımı bile fark etmeden kazandıklarımı elimden aldılar. Gerçi zaferlerimi elimde tutmak için herhangi birşey yaptığım da söylenemezdi. Kaybetmeye alışınca böyle oluyor sanırım. İsteklerin hep istek olarak kalması acı birşeydi. Ama olsun acıyada alışmıştım sonuçta.
Kayıplarım hep insanlar olmuştu. Belki gerçekten ölmemişlerdi ama benim için ölü gibilerdi. İlk başta arkadaşlarım terk etmişti. Daha sonra sevgililerim. Bu şekilde devam etti. Engel olamadım engel olmaya da çalışmadım açıkçası. Beceriksizdim çünkü bu konuda da.
Beni ölümüne seven kızı bile kendimden uzaklaştırmayı becermiştim. Deliler gibi seviyordum oysa onu. Bir ilişkiyi yürütemeyeceğimi düşündüğüm için onu kendimden uzaklaştırdım. Severek ayrılmak dedikleri bizimkiydi herhalde. Ayrılırken ikimizde ağlıyorduk çünkü. Ama gözyaşları boşaydı. Ve çok zaman geçmeden 3 hafta sonra onu bir başkasıyla görünce insanların iki yüzlü olduğunu daha çabuk kavradım ve uzaklaştım onlardan. Hepsi sahte ve yalancıydı çünkü. Hepsi çıkar peşindeydi. O kızın da bir çıkarı vardı. Benimle tanıştığında zor bir dönemden geçiyordu ve sığınacak bir limana ihtiyacı vardı. O limanda ben olmuştum onun için. Ha bu arada o çocukla görüşmeye başladığında daha berabermişiz. Bunu sonradan öğrendim. Biz ayrılınca bulmamış yani zaten varmış.
Ve ilk defa kaybetmekten zevk almıştım o zaman. Belki de kazanmıştım ne bileyim. "Kaybedenler Kulübü"nde de söylendiği gibi: En büyük zaferi kazandığında bir Antonyus olduğunu Paris'e geldiğini ve o takın altında durduğunu düşün. Yalnız kaldığın o anda "Ne oldu be? Şimdi ne olacak?" diyorsan kaybedensin sen. O anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.
İşte benim durumumda oydu biraz. Kazandığım zaferleri anlatacağım kimse yoktu ki. Her zaferden sonra yalnızdım. Bir süre sonra zaferler farkedilmez oldu o yüzden. Kazandığımı fark edemiyordum. Birgün yalnızlıktan öleceğimi düşünmüyorum ama cesedim haftalar sonra bulunacak ona biliyorum. Arayıp soranım olmadığı için. Aslında bunu da 6. sınıfa giderken türkçe kitabındaki bir hikayede yazıyordu. Amerika'da yaşayan bir yazar ölüyor ve 3 ay sonra arkadaşı evine geliyordu. Çünkü kendisinden aylardır haber alamıyordu. Bir çilingire kapıyı açtırtıp içeri giriyor ve çürümeye yüz tutmuş ceseti görüyordu. Arkadaşının evde ayağı kayıyor ve kafasını masanın ucuna çarparak beyin kanamasından ölüyordu.
O yazıyı ilk okuduğumdan beri benim cesedimi de bu şekilde bulacaklarını düşünürdüm. Ama asıl saçma olan 12 yaşındaki çocuklara böyle bir yazı okutmakmış. Düşüncem halen daha aynı cesedimi o şekilde bulacaklar buna da eminim hatta. O günü iple çekiyorum...

2 Ağustos 2011 Salı

Mutluluk Veya Mutsuzluk

-Neden? Neden yalnız olmak zorundasın? Neden acı çekmek zorundasın?

-Acı seni dinç tutar. Mutluluk dediğin şey asla sonsuza dek sürmez. diyorum.

-Bu çok saçma. Hiç birşey sonsuza dek sürmez. Yalnızlık kaderin olamaz.

-Yalnızlık ömür boyu sürebilir.

-Bunu değiştirmek senin elinde.

-Değiştirmek isteyen kim ki? Böyle mutluyum. Yalnızken daha iyiyim. Yalnız acı çekiyor, yalnız ölüyorum. Mükemmel eş yada yılın babası olmamanı kimse umursamıyor.

-Yanlış düşünüyorsun.

-Bunlar benim doğrularım.

-Doğru bildiklerin yanlış. Bu yanlışları düzeltmek istemiyor musun?

-Hayır istemiyorum.

-Seni seven insanları kendinden uzaklaştırıyorsun. Hayatında elle tutulur ne var söyle bana. Tanıdığın herkes hayatına mutlu bir şekilde devam ederken senin elinde hiç birşey yok. Hiç birşeyin yok şunu kabullen artık. Yalnızsın ve yalnız öleceksin.

Diyerek kalktı masadan ve arkasına bile bakmadan gitti. Yine bir başıma kalmıştım. Belkide yalnızken mutluydum ben. Neden bu şekilde düşünmüyordu insanlar. Sadece yargılamak istiyorlar. Yoksa yalnız olmam kimsenin umurunda değil. İnsanlar sadece eleştirmeyi seviyorlar. Karşısındaki kişinin mutlu olmaması değil olay. Sadece eleştirmek istiyorlar. Herkesi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. Asıl mutsuz olan onlar sanırım. Aslında sanmıyorum bundan eminim.
İnsanlardan uzak olmak en iyisi. Çünkü onlara ne kadar yaklaşırsan canın o kadar yanar ve canın yandıkça daha çok üzülürsün. Üzülmek istememem mi insanların zoruna giden anlamıyorum.