18 Aralık 2019 Çarşamba

Sessiz Bir Düşüş



Şefik diye bir ilkokul arkadaşım vardı. Sessiz sakin bir çocuktu. Çok fazla bir anımız yoktu beraber ama tanıyorduk birbirimizi. Yıllar sonra Facebook'tan ekledi beni. Yıllarca tek kelime etmemeye devam ettik orada da. Bu zaman zarfı içerisinde Şefik'in düğününe şahit oldum. Onlarca resim paylaştı. Belliydi seviyorsun karısını.
Sonra Şefik'in bir erkek evladı oldu. Elinden gelse her gün farklı bir fotoğrafını atacaktı oğlunun. Kendisinden çok oğlunun fotoğrafı var profilinde. Yıllarca hiç konuşmasakta bizzat hayatının içindeydim sanki.
Sevdiği kadınla evlenmiş bir tane de çocuğu olmuştu. Benimse elimde hiçbir şey yoktu. Ne bir ilişkim ne de mutlu bir anım vardı. Gizliden gizliye kıskanırdım Şefik'i. İlkokuldaki o sessiz sakin çocuk büyümüş, evlenmiş ve çocuğu olmuştu. Aynı okulda okumuştu oysa ama ben becerememiştim mutlu olmayı. Şefik ise kendine mutlu bir yuva kurmuştu.
Sonra bir gün Şefik ağaçtan düştü. O ağaçta ne işi vardı bilmiyorum. Belki oğlunun kaçan topunu kurtarmak, belki bir meyve koparmak, belki de bir kurtarmak için çıkmıştı ağaca. Bunların artık hiçbir önemi yok. Çünkü Şefik o ağaçtan kendi isteğiyle inemedi. Düştü. O sessiz sakin çocuğa hastanedeki hiçbir müdahale yardımcı olmadı. Şefik gitti.
Kendisini seven bir eşi ve oğlu vardı Şefik'in. Benimse kimsem yoktu. O ağaçtan düşmeyip oğlunun büyüyüşünü izleyebilseydi keşke Şefik. Benim ise öyle değil. Ben gidince yarım kalacak bir hikaye yok arkamda. Tanrı sevdiği kullarını erken yanına alır derler. Umarım doğrudur. Doğru olmasına inanmak istiyorum çünkü elimden gelen başka hiçbir şey yok.

16 Aralık 2019 Pazartesi

Sevgi ve Nefret


Hayatıma giren kadınlar, önce beni çok seviyorlar. Hatta hayatlarını "Uğur'dan Önce ve Uğur'dan Sonra" diye ayırıyorlar, "iyi ki varsın" diyorlar, "seni seviyorum" diyorlar, "hiç bırakmayalım birbirimize" diyorlar. Şarkı söyleyenler bile oldu hatta. Sonra hepsi gidiyor. Sanki hayatlarında hiç var olmamışım gibi.
Gökçe, Alev, Merve, Ferda, Gülsüm, Damla...
İlk başta hayatıma giren kendileri. Damdan düşer gibi herhangi bir günün herhangi bir saatinde bir yerlerden atılan bir mesajla giriyorlar hayatıma. İlk başlarda her şey güzel. Mutlu bir arkadaşlık, mutlu bir ilişki, mutlu bir şeyler işte. Sonra ise bahane bile üretmeye gerek duymadan gidiyorlar. Öyle hızlı ve bir anda gidiyorlar ki gittiklerini fark edemiyorum bile çoğu zaman.
Sanırım herhangi bir ilişki kurmayı ya da birilerini sevmeyi beceremiyorum ben. Çünkü kimi sevip değer versem eninde sonunda bana düşman oluyor. Şu an da seviyor olduğum ve konuştuğum herkes potansiyel düşmanım. Belki bugün değil ama yarın böyle olacaklar. Bunu bilince birileriyle ilişki kurmayı bırak konuşmuyorsun bile. Yeterince düşmanı varken insanın yenilere ne gerek var.

3 Aralık 2019 Salı

Kül Olan Umutlar 2



Ertesi gün Umut'un evine gittim. Belki içeride kurtulan bir iki parça bir şey vardır diye. Gördüğüm sadece küldü. Yıllardır yazdığı kitabından tek bir kelime bile kalmamıştı artık. Artık ne kitabı ne de gidecek bir yeri kalmıştı. Yıllardır hayalini kurduğu kitabı artık yoktu.
Gece boyunca gözünü hiç kırpmadı Umut. Uyuya kaldığında hava aydınlanmaya başlamıştı. Bunu biliyorum çünkü ben de hiç uyumadım. Eve gelir gelmez misafir odasına geçti ve tek kelime etmeden uyuyana kadar orda kaldı. Uyanık olduğunu devamlı duyduğum zippo sesinden anlıyordum. Sabaha kadar içtiği sigarayı sayamamıştım.
Kül olmuş evinin için de gezerken aslında bu olanların bir şaka olmasını diledim. Çünkü doksanlı yıllarda televizyonlardaki o kışkırtmalarla dolu şaka programlarına benziyordu bu yaşananlar. Her an bir yerden elinde kamerayla biri çıkıp gelecek gibiydi. Tabi ki kimse gelmedi. Yılların hayalini ve çalışmasını yok etmek için bir tek sigara izmariti yetmişti. Ufuk'un tam söndürmeden çöpe attığı o sigara izmariti hayalini kurduğu her şeyi kül etmişti. Hep böyle olmaz mıydı zaten, yıllarca çalış çabala ve her şeyin yıkılması için ufacık bir rüzgar essin.
Aradan iki hafta geçmişti ve bu zaman dilimi içerisinde Ufuk hiç konuşmadı. Gerekmedikçe odadan dışarı bile çıkmadı. O zipponun sesini duymasam evde olduğunu bile unutabilirdim çoğu zaman. Evleneceği kızın son hediyesiydi. Doğum günün de almıştı kendisine. Sonsuza dek sürecek olan bir aşk. Ufuk'un bilmediği şey ise ertesi gün akşam iş dönüşünde kızı yatağında başka bir adamla basacak olmasıydı. O günden sonra her şeyden elini ayağını çekti. Arkadaşlarını kendisinden uzaklaştırdı, bizi kendisinden uzaklaştırdı ve kariyerini bitirdi. Aradan geçen onca yıla rağmen o zippoyu yanından hiç ayırmadı. Sanırım abim acılarını yanında taşımayı seviyordu. Bu sayede ayakta durabiliyordu. Tabi buna ayakta durmak denebilirse.
Bir gün işten eve gittim ve evde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Ne zippo sesi ne de herhangi bir nefes alışverişi. Ölüm kadar sessizdi ortalık. Misafir odasına gittim ve sanki orada hiç Ufuk olmamış gibi derli topluydu. Aradım ama telefonuna ulaşılamıyordu. Çok üzerinde durmadım ben de. Gözüm masanın üzerinde duran bilgisayara takıldı. Masanın başına oturup bilgisayarı çalıştırdım. Temiz bir Word sayfası açtım. Kelimeler kendiliğinden dökülüyordu. Ufuk'u anlattım, bu yaşadıklarını, yangını, yaşadığı ihaneti her şeyi yazdım. Yazabildiğim kadar çok yazdım. Ufuk yapamamıştı ama ben yapmıştım. 286 sayfalık bir yazı yazmıştım. Bir kitap taslağı. Bir iki arkadaşı aradım ve kitap basıma hazırlandı. Altı ay sonra Ufuk'un adıyla yayınlanması gereken kitap benim adımla yayınlanmıştı.
Aradan neredeyse bir yıl geçmişti ve Ufuk'tan hala haber alamamıştım. Kitap satışları gayet iyi gitmişti ve üçüncü baskı için hazırlanıyordu. Bir akşam vakti evde otururken kapı çaldı. Gelen Ufuk'tu. Yine gözleri heyecanla parıldıyordu. Elinde benim yazdığım kendi hayatını anlatan kitap duruyordu. Daha içeri bile girmeden kapının önünde sarıldı bana. İyi görünüyordu traşlıydı giyimi de düzgündü. Kendini toparladığını düşündüm.
Birlikte içeri girdik. Kitabı çok sevdiğinden bahsediyordu. Çok iyi bir yazar olduğumu söylüyordu. Devamının gelmesini istiyordu. Konuşurken izledim O'nu. Kitaptakileri yaşayan kendisi değil de bir kurgu karakteriymiş gibi anlatıyordu. Buna nasıl katlandığını soracak oldum bir ara. Sonra vazgeçtim. O kadar heyecanlıydı ki bu anı bozmak istemedim.
Burdan gittikten sonra gördüğü ilk çöp kutusuna sigarayı ve zippoyu atmış. Neredeyse bir yıldır ne alkol ne de sigara kullanmamış. Eski işine geri dönmüş Ankara'ya yerleşmiş. Her şey yolunda gibiydi ikimiz için de. Yıllar sonra ilk defa abimle oturup abi kardeş gibi sohbet etmiştik sabaha kadar.